İşte bu kat’î hakikate binaen, binler feylesofların mu-
halif fikirleri, böyle imanî meselelerde bir tek muhbir-i sa-
dıka karşı hiçbir şüphe, hatta vesvese vermemek lâzım
iken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sa-
dıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i
hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imani-
yede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaş-
mış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şüpheye düş-
menin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas
ediniz.
Hem madem, gözümüzle gündüz gibi hem nefsimizde,
hem etrafımızda bir rahmet-i amme ve bir hikmet-i şami-
le ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz. Ve dehşetli
bir saltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve iz-
zetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz.
Hatta bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca
hikmetler takan bir hikmet; ve her bir insanın cihazatı ve
hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in’amları ona
bağlamış bir rahmet; ve kavm-i nuh ve Hûd ve salih
Aleyhimüsselâm ve kavm-i Âd ve semud ve Firavun gibi
asi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını
muhafaza eden izzetli ve inayetli bir adalet; ve
r
ºo
c
Én
Yn
O Gn
Pp
G s
º o
K /
?p
ôr
en
Ép
H ¢o
Vr
Qn
’r
Gn
h o
ABÉ n
ª° s
ùdG n
?ƒo
?n
J r
¿n
G =/
¬p
JÉn
`j'
G r
øp
en
h
(1)
n
¿ƒo
Lo
ôr
în
J r
ºo
àr
fn
G Gn
Pp
G ¢p
Vr
Qn
’r
G n
øp
e k
In
ƒr
Yn
O
ayeti, azametli bir icaz
ile der: “nasıl ki, iki kışlada yatan ve duran mutî askerler,
bir kumandanın çağırmasıyla silâh başına ve vazife başı-
na boru sesiyle gelmeleri gibi; aynen öyle de, bu iki
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adalet-i âliye:
yüce, yüksek ada-
let.
aleyhimüsselâm:
Allah’ın selâmı
onların üzerine olsun.
âsâr:
eserler, izler, nişanlar.
ashab-ı tahkik:
işin aslını, esasını,
hakikatini araştıran büyük âlim-
ler.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cilve:
tecelli, görüntü.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan, budala, alık.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
feylesof:
filozof.
hikmet:
insanın, mevcudatın.
hikmet-i şamile:
her şeyi kapla-
yan ve kuşatan hikmet.
hissiyat:
hisler, duygular.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
icraat-ı celâliye:
Allah’ın büyük-
lüğünü gösteren işler, faaliyetler.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
in’am:
nimetlendirme, ihsan et-
me.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i daime:
devamlı olan ina-
yet, kesilmeyen yardım, lütuf, ih-
san.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
izzetli:
şeref ve itibar sahibi.
kavm-i Âd:
Âd kavmi, kendileri-
ne Hz. Hûd’un peygamber olarak
gönderildiği, ancak azgınlıkların-
dan ve Allah’a isyanlarından dola-
yı Allah tarafından helâk edilen
Yemen tarafında yaşamış bir ka-
vim.
kavm-i Hûd:
Hûd kavmi.
kavm-i Nuh:
Hz. Nuh’un peygam-
ber olarak gönderildiği kavim.
kavm-i Salih:
Salih’in (a.s.m) kav-
mi.
kavm-i Semud:
Hz. Salih’in pey-
gamber gönderildiği, fakat azgın-
lıklarından dolayı Allah’ın helâk
ettiği kavim.
kışla:
kışlanılan yer, kışlak.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
kumandan:
komutan.
kuvve:
kuvvet, güç.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait
şeyler.
muhafaza:
koruma.
muhbir-i sadık:
doğru haber-
ci; Allah ve ahiretle ilgili doğru
haberler veren Peygamberi-
miz (asm) ve diğer peygam-
berler.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müsbit:
ispat eden, delil orta-
ya koyan, ispatlayan.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nefis:
şehvet, gazap, fazilet gi-
bi şeylerin kaynağı.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
rahmet-i amme:
umumî, her-
kese ait rahmet, şefkat, ba-
ğışlama; her şeyi kaplayan rah-
met, genel rahmet.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı
terbiye ve idare edici olan Al-
lah’ın saltanatı.
vazife:
görev.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zîhayat:
hayat sahibi.
1.
Yine Onun ayetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi çağırdı-
ğında derhal kabirlerinizden çıkarsınız. (Rum Suresi: 25.)
MEYVE RİSALESİ
| 346 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar