Şualar - page 344

koca kâinatı, bir hanesi misillü, insana musahhar ve mü-
zeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek
ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri ema-
net-i kübrayı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece
zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitabat-ı süb-
haniyesine ve sohbetine müşerref eylemesi ile fevkalâde
bir makam verdiği ve bütün semavî fermanlarda ona sa-
adet-i ebediyeyi ve beka-i uhrevîyi kat’î vaat ve ahdettiği
hâlde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kud-
retine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref
insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti ge-
tirecek” diye,
Muhyî
ve
Mümît
ve
Hayy
ve
Kayyum
ve
Kadîr
ve
Alîm
isimleri, Hâlık’ımızdan sormamıza cevap
veriyorlar.
evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini
aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin
ve neşrin numunelerini icat eden bir kudret, Muhammed
ve Mûsa Aleyhimessalâtü Vesselâmların her birinin üm-
metinin geçirdiği bin senelik zaman karşı karşıya hayalen
getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin deli-
lini iki bin baharda
(HaşİYe)
gösterdiği görülecek. Ve böyle
bir kudretten haşr-i cismanîyi uzak görmek, bin derece
körlük ve akılsızlıktır.
Hem, madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz yir-
mi dört bin peygamberler ittifakla saadet-i ebediyeyi
HaşİYe:
sabık her bir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki
bahar onun haşri hükmündedir.
ahit:
söz verme.
aleyhimessalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm o ikisinin üzerine ol-
sun’ anlamında dua.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen Al-
lah.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, cennet.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
emanet-i kübra:
büyük emanet,
en büyük emanet.
ferman:
emir, buyruk.
fevkalâde:
olağanüstü.
halife-i zemin:
yerin halifesi; dün-
yadaki bütün varlıklar üzerinde
tasarruf eden:.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşiye:
dipnot.
haşr-i cismanî:
cisimle, cesetle di-
rilme, ruhla beraber bedenlerin
ve vücutların haşri.
Hayy:
gerçek hayat sahibi olan,
Allah.
hayalen:
hayal olarak, hayalî bir
şekilde, zihinde tasarlayıp canlan-
dırarak.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
hitabat-ı Sübhaniye:
Allah’ın ku-
sursuz ve noksansız konuşması.
ihya:
diriltme, hayat verme.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kayyum:
kaim olan, yarattıkla-
rından her şeyin üzerinde kaim
olan ve dilediği gibi onları idare
eden.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
makam:
manevî mevki.
mertebe:
derece, basamak.
meşhur:
şöhretli, herkesin bil-
diği, yaygınlık kazanmış.
misillü:
gibi, benzeri.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat
veren Allah.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
nulmuş.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer,
muhterem.
Mümît:
diriltip can verdiğini
vakti gelince öldüren Cenab-ı
Hak.
müşerref:
şerefli, yüce.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
nebatî:
bitkisel, bitki ile ilgili,
bitkiye ait.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
çeşit, tür.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlâhî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebi.
sâir:
diğer, başka, öteki.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
tahammül:
kötü, güç durum-
lara karşı koyabilme gücü, kal-
dırma.
tefriş:
serme, yayma, döşe-
me.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
vaat:
söz verme, ahit.
zabit:
subay, askere kuman-
da eden rütbeli asker.
zîhayat:
hayat sahibi.
MEYVE RİSALESİ
| 344 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar
1...,334,335,336,337,338,339,340,341,342,343 345,346,347,348,349,350,351,352,353,354,...1581
Powered by FlippingBook