bizlere uzatıp, ‘Haydi alınız, yiyiniz!’ dediği gibi, bir ze-
hirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz
bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gi-
bi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda
binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat za-
hiresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet,
bir şefkat, elbette, hiç şüphe olamaz ki, bu derece naze-
ninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestiş-
kârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları
daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ı dün-
yeviye vazifesinden terhis eder” diye,
Rahîm
ve
Kerîm
isimleri sualimize cevap veriyorlar, “
El-cennetü Hakkun
”
diyorlar.
Hem, “Madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum
mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir
Hikmet Eli
işli-
yor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı
beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin
cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekir-
dek kadar kuvve-i hafızasında, bütün tarihçe-i hayatını ve
ona temas eden hadsiz hâdisatı o kuvvecikte yazıp, onu
bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde mu-
hakemesi için neşrolacak olan defter-i a’malinin bir kü-
çük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla, her insa-
nın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hik-
met; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile aza-
larını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simur-
ga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla
çiçekler açan bahar çiçeğine kadar israfsız ölçülerle bir
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 341 |
MEYVE RİSALESİ
kuvve:
kuvvet, güç.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
mizan:
ölçü, ayar.
muhakeme:
akıl yürütüp doğru
netice elde edebilme, tartma, de-
ğerlendirme, yargılama.
mü’min:
iman eden, inanan.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
neşir:
kıyamet günü bütün ölüle-
rin dirilmesi.
perestişkâr:
aşırı derecede düş-
kün olan, çok seven.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
senet:
dayanılacak ve güvenile-
cek şey, kuvvetli delil olabilecek
söz.
simurga:
efsanevî zümrüd-i anka
kuşu.
sır:
gizli hakikat.
sual:
soru.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
taam:
yemek, yiyecek.
tarihçe-i hayat:
bir şeyin veya in-
sanın doğumdan ölüme kadar ba-
şından geçen şeyler, biyografi.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
vazife:
görev.
zahîre:
gerektiği zaman harcan-
mak üzere ambarda saklanan hu-
bubat, yiyecek.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet, âdillik.
akl-ı beşer:
insan aklı.
aza:
organlar, uzuvlar.
batman:
eski ağırlık ölçülerin-
den olup, iki okka ile sekiz
okka arasında değişen ağırlık
ölçüsü.
cihazat:
cihazlar, kendilerine
ihtiyaç duyulan maddî mane-
vî aletler.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin.
dimağ:
akıl, şuur.
el-cennetü Hakkun:
cennet
haktır.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
gergedan:
büyük cüsseli, ağır,
kuvvetli, sıcak ülkelerde ya-
şayan, burnunun üzerinde bir
veya iki boynuz bulunan me-
meli hayvan.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
Hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hükmüne:
yerine, değerine.
idam:
yok olma.
ihtiyat:
yedek, zor şartlar ve
günler için saklanan.
Kerîm:
ihsan ve ikramı bol
olan Allah.