vazgeçti. Bu hadiseden sonra çevresinde bulunan kişilerle bildiklerini paylaşmaya ve onları irşad et-
meye çalıştı. Çok sayıda talebe yetiştirdi. İlmi vukufiyetinin yanında Arapça, Farsça, Süryanice ve
İbranice’yi çok iyi bilip konuşması hem etki alanının genişletmesine, hem de çok sayıda kişi ile rahat
iletişim kurmasına vesile oldu. İbrahim’in en önemli özelliklerinin başında dini konulardaki hassasiyeti
ve şeriata olan bağlılığı gelir. İbadetinde son derece titiz davrandı. Helam-haram konusunda titizliği ve
hak-hukuk gözetmesiyle tanındı. Dini kurallara sımsıkı bağlandı. Şeriatın zahire göre hüküm verdiğini
belirtmekle beraber, zahir ve batının birbiriyle bağdaşır ve uyuşur vaziyette olması gerektiğine dikkat
çekti. Hakikatleri anlatmak ve izah etmekle yetinmeyip; bunları uygulama ve yaşama zevkinin hisse-
dilmesi olarak algılanması gerektiğini göstermeye çalıştı. Desukî, ömrünün büyük kısmını İslam’a ve
insanlara hizmet etmeye adadı. İnsanların doğru yolu bulmaları için büyük gayret sarf etti. Gecenin
önemli bir kısmını ibadetle geçirirken, gündüzlerini de talebelerine ders vermekle değerlendirdi. Sün-
net olması itibariyle öğleden evvel biraz uyuyup kaylule yapardı Cenab-ı Hakkın kalblere nazar ettiğini
hatırlatarak kalb temizliği üzerinde durdu. Kalblerini çok temiz tutmalarını çevresindekilere tembihle-
di. Kalbin cilalanmasının gerektiğini; bu cilanın da iman ve ihlasla yaşama olduğunu belirtti. Kalblerde
doğruluğun ve her şeyin Allah rızası için yapılması gereğinin yer edinmesi gerektiğini özellikle vurgu-
ladı. Desukî’nin dikkat çeken bir başka özelliği ise talebeleriyle olan ilişkilerindeki ve muamelelerindeki
bağlılık ve samimiyetidir. Hem kendisi talebelerine hem de talebelerinin kendisine olan düşkünlük ve
bağlılıkları büyük takdir topladı. Talebelerine son derece merhametli ve evlada gösterilen şefkat gibi
muamelede bulundu. Bunların dışında yaşamına dair ilginç davranışları ve tavırlarıyla da dikkat çekti.
İbrahim Desukî, daha çok Mısır ve Sudan taraflarında tanınıp meşhur oldu ve çok sayıda müntesipleri
onun yolundan gitmeye çalıştılar. Bunlar zikir ve ibadete düşkünlükle tebarüz ettiler. Evliyanın yaşam
tarzlarını kendilerine düstur edinip, onlar gibi yaşamaya ve şeriat hükümlerine titizlikle uymaya çalış-
tılar. Kendilerini mümkün mertebe nefsani arzu ve isteklerden arındırmaya ve uzak tutmaya çalıştılar.
Nefsani arzuları gemlemeyi ve öldürmeyi temel hedef edindiler.
İKrİME İBN EBî CEHİl (575 - 634):
İslâmın en büyük ve en azılı düşmanı olan Ebu Cehil’in oğludur.
Müslüman olmadan evvel savaşlara katılıp, Müslümanlara karşı her türlü mücadeleyi vermiştir. Mek-
ke’nin fethini müteakiben umumi af ilân edilmiş olmasına rağmen, affın dışında bırakılan az sayıdaki
kişilerden biridir. Fetihten sonra öldürülme korkusuyla Mekke’den kaçmıştır. Yemen’de bulunurken
hanımının girişimiyle affedilmiş ve Medine’ye gelerek Müslüman olmuştur. Risale-i Nur’da, kavim ve
kabilesini tamamen bırakıp bütün ruhuyla İslâmiyete dahil olduğu belirtilmektedir (Şualar, s. 542). Kün-
yesi; Ebu Osman İkrime bin Ebi Cehil Amr bin Hişam el-Kureyşî şeklindedir.
İMaM MuNTaZır:
İmamiye Şiası olarak da adlandırılan İsna Aşeriye Mezhebindeki on ikinci ima-
ma verilen isimdir. Beklenen imam anlamına gelmektedir. Asıl adı Muhammed bin Hasan el-Askerî,
künyesi Hz. Peygamberin künyesi, yani Ebu-l-Kasım’dır. Babası, İmam Hasan Askerî, annesi “Saykal” ve
“Susen” adlarıyla da anılan “Nergis” hatundur. 869 yılında Samarra’da doğdu. İmam-ı Muntazır, İsna
Aşeriye (On İki İmam) geleneklerine göre lâkaplarıyla anılır. Bir çok lâkabı vardır. Bunların başlıcaları
İmam-i Mahfî (gizli imam) Sahibü’z-Zaman (zamanın sahibi), Sahibü’d-Dar (yurdun sahibi), el-Kâim (ayak-
ta duran), el-Hüccet (kesin delil), ve el-Muhtazır’dır (beklenen). Genellikle el-Muhtazır olarak anılır.
İmam-ı Muntazır beş altı yaşlarındayken babası vefat etti. Şia inancına göre, babasının vefatından son-
ra küçük bir odaya girerek gizlendi. Bu gizleniş 940 yılına kadar sürdü. Küçük gizlilik dönemi denilen
bu süre içinde el-Muhtazır, bağlıları ile ilişkilerini dört elçi vasıtasıyla sürdürmüştür. 940 yılında da bü-
yük gizlilik dönemine girdi. Şia inancına göre el-Muhtazır hâlen yaşamakta ve gelmesi beklenmektedir
yeryüzünden zulmü kaldıracak, adaleti getirecektir. Fakat Şia dışındaki İslâm uleması, Muhammed el-
Ş
ahıS
B
ilgileri
| 1270 | Şualar