BAZEN ZIT, ZIDDINI TAZAMMUN EDER
Zaman olur zıt, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâ-
fız, mananın zıddıdır. Adalet külâhını,
(HAŞİYE 1)
Zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyanet ucuz
giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esaret-i
hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nam verilmiş.
Zıtlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde
tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî.
• • •
MENFAATİ ESAS TUTAN SİYASET CANAVARDIR
Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hâzıra,
müfteristir, canavar.
Aç olan canavara karşı tahabbüp etsen, merhametini
değil, iştihasını açar.
Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını
senden ister.
• • •
KUVA-İ İNSANİYE TAHDİT EDİLMEDİĞİNDEN CİNAYATI
BÜYÜK OLUR
Hayvanın hilâfına, insandaki kuvalar fıtrî tahdit olma-
mış. Onda çıkan hayrüşer, lâyetenâhi gider.
Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur,
inat birleşse, öyle günah oluyor
(HAŞİYE 2)
ki, beşer şimdi-
ye kadar
HAŞİYE 1:
Bu zamanı tam görmüş gibi bahseder.
HAŞİYE 2:
Bunda da bir işaret-i gaybiye var.
adalet:
hak sahibine hakkını ver-
mek, düzen ve denge.
bâğî:
asi, serkeş; haksızlık eden.
bazen:
ara sıra.
becayiş-i mekânî:
karşılıklı yer
değiştirme.
beşer:
insanlık.
cinayet:
büyük suç, insanlık suç-
ları, toplumun tümünü ilgilendi-
ren cinayetler.
çarh:
bir şeyin merkezi, etrafında
dönen odak noktası.
emsal:
bir şeyin yerine geçme,
benzeri olma.
esaret-i hayvanî:
hayvanî duy-
guların esiri olmak.
fıtrat:
yaratılış, Allah’ın yarattığı
şekil.
gurur:
boş şeylerle övünme, bö-
bürlenme.
haşiye:
dip not.
hayrüşer:
hayır ve şer.
hilâf:
zıt, tersi.
hodbinlik:
bencil, enaniyetli
ve kibirli.
hodgâmlık:
kendini düşün-
mek.
inat:
yanlışta ve hatada ısrar
etme.
istibdad-ı şeytanî:
şeytanın
boyunduruğuna, emri altına
girmek.
iştiha:
yeme isteği.
kuva:
duygular.
kuva-i insaniye:
insanın duy-
guları, duygusal yönü.
külâh:
keçeden yapılan ucu
sivri püsküllü bere.
lâfız:
ağızdan çıkan söz, keli-
me.
lâyetenâhi:
sonu olmayan,
sınırlanmayan, doyumsuz.
lisan-ı siyaset:
siyaset dili, si-
yasî literatür.
makam:
mevki, mertebe.
mana:
anlam.
menfaat:
şahsî çıkar.
merhamet:
acıma, koruma,
iyilikte bulunma.
müfteris:
yırtıcı, parçalayıcı.
nam:
ad, asıl ismi dışında al-
dığı lâkap.
siyaset-i hâzıra:
şimdiki siya-
set.
suret:
şekil, görüntü.
tahabbüp:
sevme, sevgi gös-
terisinde bulunma.
tahdit:
sınırlama, sınırlarını
belirleme.
tazammun:
içine almak, kap-
samak.
tebadül:
yer değiştirme, biri
birinin yerine geçme.
tekabül:
biri birine karşılık ol-
ma, yerine geçme.
zulüm:
haksızlık.
zıt:
bir şeyin tersi, aksi.
L
EMAAT
| 1150 | SÖZLER