İfade-i Meram
Ey kàri! Peşinen bunu itiraf ederim ki: Sanat-ı hat ve
nazımda istidadımdan çok müştekiyim. Hatta, şimdi ismi-
mi de düzgün yazamıyorum. Nazım, vezin ise; ömrümde
bir fıkra yapamamıştım. Birden bire zihnime, nazma mu-
sırrâne bir arzu geldi. Sahabelerin gazevatına dair Kürtçe
Kavl-i Nevâlâ Sîsebân
(1)
ruhum hoşlanıyordu. Ben de
kendime mahsus onun tarz-ı nazmını ihtiyâr ettim, naz-
ma benzer bir nesir yazdım. Fakat, vezin için kat’iyen te-
kellüf yapmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirme-
den, zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem, nesren olarak
bakmalı; tâ mana anlaşılsın.
Her kıt’ada ittisal-i mana vardır. Kafiyede tevakkuf edil-
mesin. Külâh püskülsüz olur; vezin de kafiyesiz olur, na-
zım da kaidesiz olur. Zannımca lâfız ve nazım, sanatça
cazibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder. Nazarı ma-
nadan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.
Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitabım hayattır,
muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri, müstemisin.
Müstemiin tenkide hakkı yoktur; beğendiğini alır, beğen-
mediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübarek Ramazan’ın
feyzi
(HAŞİYE)
olduğundan, ümit ederim ki, inşaallah din
kardeşimin kalbine tesir eder de lisanı bana bir dua-i mağ-
firet bahşeder veya bir Fatiha okur…
Kavl-i Nevâlâ Sîsebân:
Kürtçede
bir destan ismi.
külâh:
başa giyilen kalpak.
kıt’a:
bölüm, şiirde dörtlük.
lâfız:
söz.
lisan:
dil.
mahsus:
müstakil olarak birine
has olan, özel.
muhatap:
kendisiyle konuşulan
kişi.
musırrâne:
ısrar ederek.
müstemi:
dinleyen.
müşteki:
şikâyetçi.
nam:
ad.
nazar:
göz, insanların fikir ve dü-
şünceleri.
nazım:
şiir.
nesir:
düz yazı.
nesren:
düz yazı şeklinde.
püskül:
külâha ve başlığa takılan
süs.
Sahabe:
Hz. Peygamberi görmüş
ve onun sohbetinde bulunmuş
mü’min kimse.
sanat-ı hat:
yazı sanatı, yazı yaz-
ma.
tabiî:
normal.
tarz:
biçim, şekil.
tarz-ı nazım:
şiir tarzı.
tekellüf:
gösterişe kaçmama ve
zorlamama.
tenkit:
eleştiri.
tevakkuf:
durma, takılıp kalma.
üstat:
hoca, öğretmen.
vezin:
ölçü, şiirde aruz ve hece
ölçüsü.
zan:
araştırmaya dayanmayan
tahminî bilgi.
arzu:
istek.
bahşetme:
verme, hediye et-
me.
cazibedar:
çekici.
destan:
kahramanlık öyküle-
ri.
dua-i mağfiret:
bağışlanmak
için edilen dua.
Fatiha:
Fatiha Suresi.
feyiz:
öğrenilen bir bilgiden
veya yapılan bir ibadetten
sonra elde edilen manevî ka-
zanım.
gazevat:
küçük çapta yapılan
savaşlar.
haşiye:
dipnot.
hayat:
yaşayış, yaşama.
ifade-i meram:
dilek ve mak-
sadını ifade etme, anlatma.
ihtiyâr:
seçme; hür irade, ser-
bestlik.
İlâhî:
Cenab-ı Hakka dair ya-
karış.
istidat:
kabiliyet
itiraf:
eksik ve kusurunu ka-
bul edip söyleme.
ittisal-i mana:
anlam bütün-
lüğü.
kafiye:
mısra sonlarındaki
ses uyumu, uyak.
kaidesiz:
kuralsız.
kàri:
okuyan, okuyucu.
kat’iyen:
kesinlikle.
1.
Molla Ağa ez-Zibarî tarafından kaleme alınan dört yüz beyitlik Sîseban Vadisi Kasidesi isimli
kasidedir.
HAŞİYE:
Hatta, tarihi
n
¿É°n
†n
en
Q r
?n
dn
Óp
¡p
d n
óp
do
h m
Ün
On
G o
ºr
én
f
çıkmış. Yani, “Rama-
zanın iki hilâlinden doğmuş bir edep yıldızıdır.” (Bin üç yüz otuz yedi
eder.)
SÖZLER | 1131 |
L
EMAAT