Velet fikri, tevellüt küfrünü,
(1)
r
º n
d
reddeder, birden ke-
ser atar. Şu şirktendir ki, olmuştur beşer ekserîsi gümrah.
Ki İsa (
AS
), ya Üzeyir’in, ya melâik, ya ukulün tevellüt
şirki meydan alıyor nev-i beşerde gâhbâgâh.
Beşincisi:
(2)
r
ó n
dƒo
j r
º n
dn
h
. Bir tevhid-i sermedî işareti şöyle-
dir: Vacip, kadim, ezelî olmazsa, olmaz İlâh.
Yani, ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüt, ya
bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah.
Esbapperestî, nücumperestlik, sanemperestî, tabiatpe-
restlik şirkin birer nev’idir; dalâlette birer çâh.
Altıncı:
(3)
r
øo
µ n
j r
ºn
dn
h
. Bir tevhid-i camidir; ne zatında na-
ziri, ne ef’alinde şeriki, ne sıfâtında şebihi,
r
º n
d
lâfzına na-
zargâh.
Şu altı cümle manen birbirine netice, hem birbirinin
bürhanı; müselseldir berahin, müretteptir netaiç şu sure-
de karargâh.
Demek, şu Sure-i İhlâs’ta, kendi miktar-ı kametinde,
müselsel, hem mürettep otuz sure münderiç. Bu, bunla-
ra sehergâh.
(4)
*G s
’ p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
? r
©n
j n
’
asıldan münfasıl:
bir kökten ay-
rılan, bir yere bağlı olan.
berahin:
deliller.
beşer:
insan topluluğu.
bürhan:
delil.
çâh:
içine düşülen kuyu, çukur.
dalâlet:
iman ve İslâmdan ayrıl-
ma; sapkınlık, doğru ve hak yol-
dan ayrılma.
ef’al:
işler, fiiller.
ekserî:
çoğu zaman.
elbette:
kesinlikle.
esbapperest:
sebepleri aşırı de-
recede önemseyen.
ezelî:
başlangıcı olmama hakika-
ti.
fikr-i tevellüt:
tenasül fikri, Al-
lah’ın oğul edinme iddiası.
gâhbâgâh:
zaman zaman.
gümrah:
yoldan çıkma.
ilâh:
kendisine ibadet edilen Al-
lah.
İsa:
Hristiyanların Allah’ın oğlu
dediği Allah’ın kudreti ile Hz. Mer-
yem’den babasız olarak yarattığı
peygamber.
kadim:
başlangıcı olmayan.
karargâh:
karar verilen, konuşla-
nılan yer.
lâfız:
ifade, ibare, söz.
maddeden tevellüt:
her hangi
bir maddeye bağımlı olan, mad-
deden türeyen.
manen:
manaca.
melâike:
melekler.
miktar-ı kamet:
harfleri, kelime-
leri sayısınca.
müddeten hâdis:
sonradan var
olan.
münderiç:
içine konulmuş.
mürettep:
dizilmiş.
müselsel:
peş peşe, silsilevari, ar-
ka arkaya.
nazargâh:
dikkat edilen, bakılan
yer.
nazir:
benzer.
netaiç:
sonuçlar.
netice:
sonuç.
nev’:
çeşit.
nev-i beşer:
insan türü, insanlık.
nücumperest:
yıldızlara ilâhlık
vererek onlara tapanlar.
penah:
koruyucu, sığınak ve da-
yanacak merci.
sanemperest:
putları Allah’ın ve
meleklerin temsilcisi ve aracısı
görenler.
sehergâh:
seher vakti.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik.
şebih:
benzeme.
şerik:
ortak.
şirk:
Allah’a yardımcı ve ortak ya-
kıştırması; ortak koşmak; ortak.
tabiatperest:
varlık ve olay-
ların yaratıcısı olarak tabiatı
kabul eden, Allah’a inanma-
yan, tabiatçı.
tevellüt:
doğma.
tevhid-i cami:
tevhidin tüm
inceliklerini içinde toplamak.
tevhid-i sermedî:
sonsuza
kadar devam edecek olan Al-
lah’ın birliği hakikati.
ukul:
akıllar.
Üzeyir:
Yahudilerin Allah’ın
oğlu dediği, yüz yıl ölüme
benzer uykudan sonra Al-
lah’ın kudreti ile tekrar dirilte-
rek kendisine Tevrat’ı yeni-
den öğreterek Benî İsrail’e
gönderdiği peygamber.
vacip:
zorunlu, aklen zarurî,
olmazsa olmaz bir hakikat.
zat:
kendi.
1.
Olumsuzluk edatı (değildir).
2
. O doğurulmamıştır. (İhlâs Suresi: 3.)
3.
Olmadı. (İhlâs Suresi: 4.)
4.
Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. (Ayetten iktibas, İslâmî bir kaide: “Göklerde ve yerde
olanlar gaybı bilmez, onu ancak Allah bilir.” (Neml Suresi: 65.)
L
EMAAT
| 1136 | SÖZLER