remzi, nihayetsiz rumuzundan. Bütün enva-ı şirki redde-
der, hem de yedi enva-ı tevhidi eder ispat; üçü menfi, üçü
müspet, şu altı cümlede birden:
Birinci cümle
:
(1)
n
ƒo
g r
?o
b
karinesiz işarettir. Demek ıtlak-
la tayindir. O tayinde taayyün var. Ey
(2)
n
ƒo
g s
’ p
G n
ƒ o
g n
’
.
Şu, tevhid-i şuhuda bir işarettir. Hakikatbin nazar, tev-
hide müstağrak olursa, der ki:
(3)
n
ƒo
g s
’ p
G n
Oƒo
¡r
°ûn
e n
’
.
İkinci cümle:
(4)
l
ón
Mn
G *n
G
’dir ki, tevhid-i ulûhiyete tasrih-
tir. Hakikat, hak lisanı der ki:
(5)
n
ƒo
g s
’ p
G n
Oƒ o
Ñ r
©n
e n
’
.
Üçüncü cümle:
(6)
o
ón
ª° s
üdG *n
G
’dir. İki cevher-i tevhide
sadeftir.
Birinci dürrü
tevhid-i rububiyet. Evet nizam-ı
kevn lisanı der ki:
(7)
n
ƒo
g s
’ p
G n
? p
dÉ n
N n
’
.
İkinci dürrü
tevhid-i kayyumiyet. Evet, serâser kâ-
inatta, vücut ve hem bekada, müessire ihtiyaç lisanı der
ki:
(8)
n
ƒo
g s
’ p
G n
?ƒ t
«`n
b n
’
.
Dördüncü:
(9)
r
óp
?n
j r
º n
d
’dir. Bir tevhid-i celâli müstetirdir.
Enva-ı şirki reddeder, küfrü keser bîiştibah.
Yani tagayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet ne hâ-
lıktır, ne kayyumdur, ne ilâh.
dil.
hakikat:
bir şeyin aslı, esası ve
doğrusu.
hakikatbin:
gerçeği gören.
Hâlık:
yaratıcı.
ıtlak:
bir tarif ve isim ile sınırlan-
mamış, geniş bırakılmış.
ihtiyaç lisanı:
ihtiyaç dili.
ilâh:
ma’bud-i hakikî olan Allah.
ispat:
deliller ve şahitlerle gerçe-
ği ortaya koymak.
işaret:
delil, emare.
karinesiz:
bilinenden bilinmeye-
ni çıkaracak ipucu, delil.
Kayyum:
kâinatı atomlardan yıl-
dızlara kadar ayakta tutan, varlığı
devam ettiren Allah.
ma’bud:
ibadete lâyık olan.
menfi:
bir şeyin olmayacak cihe-
ti, hakikatin aksi.
meşhut:
görünen.
müessir:
tesir eden, üzerinde iş
gören, tasarruf eden.
müspet:
delillerle doğruluğu an-
laşılmış, bir şeyin olur yönü.
müstağrak:
içine girip boğulmak.
müstetir:
saklı, gizli.
nazar:
göz, görüş.
nihayetsiz:
sonsuz.
nizam-ı kevn lisanı:
kâinattaki
mükemmel düzenin ifadesi, diliy-
le.
remiz:
işaret, ince nükte.
rumuz:
incelikler, gizli sırlar.
sadef:
içinde inci bulunan kabuk.
Samed:
her şeyin kendisine da-
yanması, onun hiçbir şeye muh-
taç olmayan Allah.
serâser:
baştan başa.
taayyün:
meydana çıkararak be-
lirleme.
tagayyür:
değişim, başkalaşma.
tasrih:
açıklık, berraklık.
tayin:
belirlenmiş.
tecezzi:
küçük parçalara ayrılma.
tenasül:
üreme, çoğalma.
tevhid-i celâlî:
kâinatın büyüklü-
ğüne göre yaratıcının da azameti
ve büyüklüğünden kaynaklanan
her işi bizzat yapması.
tevhid-i kayyumiyet:
atomlar-
dan galaksilere her şeyi ayakta,
sabit tutanın bir olması.
tevhid-i rububiyet:
yaratan, rızık
veren ve terbiye ederek kemale
erdirenin bir olması.
tevhid-i şuhut:
göze hitap eden
her şeyde Allah’ın birliğini anla-
ma.
tevhid-i ulûhiyet:
Allah’ın kâina-
tı idare etmesinden kaynaklanan
birlik, iştiraksizlik ve yardıma
muhtaç olmaması.
tevhid:
Allah’ın birliği.
vücut:
varlık.
yedi enva-ı tevhid:
vücut, kı-
dem, beka, vahdaniyet gibi tev-
hid nurunun yedi sıfatı.
beka:
sonsuzluk, ebediyet.
bîiştibah:
şeksiz, şüphesiz.
cevher-i tevhid:
tevhidin
özü, cevheri.
dürr:
inci.
enva-ı şirk:
yardımcı ve işti-
rakçilerin her çeşidi; şirkin her
çeşidi.
hak lisanı:
gerçeği anlatan
1.
De ki: 0... (İhlâs Suresi: 1.)
2.
Ondan başka o yoktur.
3.
Ondan başka meşhut yoktur.
4.
Allah birdir. (İhlâs Suresi: 1.)
5.
Ondan başka ma’bud yoktur.
6.
Allah Samed’dir; her şey Ona muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. (İhlâs Suresi: 2.)
7.
Ondan başka hâlık yoktur.
8.
Ondan başka kayyum yoktur.
9.
Allah doğurmamıştır. (İhlâs Suresi: 3.)
SÖZLER | 1135 |
L
EMAAT