İmran der: “Bir seferde, resul-i ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm ile beraber susuz kaldık. Bana ve Ali’ye ferman
etti ki: ‘Filân mevkide bir kadın, iki kırba suyu hayvana
yükletmiş, gidiyor; alıp buraya getiriniz.’ Ben ve Ali be-
raber gittik; aynı yerde kadını su yükü ile bulduk, getir-
dik. sonra emretti: ‘Bir kaba, bir parça su boşaltınız.’ Bo-
şalttık. Bereketle dua etti. sonra, yine suyu o hayvanda-
ki kırbaya koyduk. Ferman etti ki: ‘Herkes gelsin, kabını
doldursun.’ Bütün kafile geldi, kaplarını doldurdular, içti-
ler. sonra ferman etti: ‘kadına bir şeyler toplayınız.’ ka-
dının eteğini doldurdular.”
İmran diyor ki: “Ben tahayyül ediyordum ki, gittikçe
iki kırba doluyor, daha ziyadeleşiyor. resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâm o kadına ferman etti ki:
Én
«'
?n
°S%G s
øp
µ '
d n
h Ék
Ä r
«°n
T p
?p
FBÉ n
e r
øp
e r
òo
Nr
Én
f r
ºn
d És
fp
Én
a »
p
Ñn
g r
Pp
G
Yani, ‘
Seninsuyundanalmadık.BelkiCenab-ıHakbi-
zehazinesindensuiçirdi
.’”
(1)
SekizinciMisal
: Başta meşhur İbni Huzeyme,
Sa-
hih
’inde, raviler Hazret-i ömer’den naklediyorlar ki:
“gazve-i tebük’te susuz kaldık. Hatta bazıları devesini
keser, susuzluktan içini sıkar, içerdi. ebu Bekri’s-sıddık,
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma dua etmek için ri-
ca etti. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldır-
dı; daha elini indirmeden bulut toplandı, yağmur öyle gel-
di ki, kaplarımızı doldurduk. sonra su çekildi. ordumuza
mahsus olarak, hududumuzu tecavüz etmedi.”
(2)
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bereket:
bolluk, hayırlılık, Al-
lah vergisi.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi olan, şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ferman:
emir, buyruk.
Gazve-i tebük:
Tebük Savaşı.
hudut:
sınır.
kafile:
birlikte yolculuk eden
topluluk.
kırba:
ince köseleden veya
deriden yapılmış su kabı.
mahsus:
özel.
meşhur:
tanınmış, ünlü.
mevki:
yer, mekân.
nakil:
aktarma, anlatma.
ravi:
rivayet eden, hadis ve
haberi başkalarına aktaran
kimse.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
sefer:
yolculuk, seyahat.
tahayyül etmek:
hayalinde
canlandırmak, hayal etmek.
tecavüz etmek:
sınırını aş-
mak.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 212 | Mektubat
1.
Buharî, Teyemmüm: 6, 4:233; Müslim, 1:475; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 4:276, 6:130.
2.
Kadı İyaz, Şifa, 1:190; Aclûnî, Kenzü’l-Ummal, 12:353; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 2:63.