kuvvetindedir; belki tevatür-i hakikîdir. zaten sahabeden
sonra tabiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır. Hu-
susan
Buharî,Müslim,İbniHibban,Tirmizî
gibi kütüb-i
sahiha, zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam
yapmışlar ve tutmuşlar ki, meselâ
Buharî’
de görmek, ay-
nı sahabeden işitmek gibidir.
Acaba, o resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ağaç-
lar, misallerde göründüğü gibi, onu tanıyıp, risaletini tas-
dik edip, ona selâm ederek ziyaret edip, emirlerini dinle-
yerek itaat ettiği hâlde, kendilerine insan diyen bir kısım
camit, akılsız mahlûklar onu tanımazsa, iman etmezse,
kuru ağaçtan çok edna, odun parçası gibi ehemmiyetsiz,
kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?
Onuncu İşaret
Şu mu’cize-i şeceriyeyi daha ziyade takviye eden mü-
tevatir bir surette nakledilen
hânînülcizmu’cizesidir.
evet, Mescid-i Şerif-i nebevîde, kuru direğin büyük bir
cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (
AsM
) ağ-
laması, beyan ettiğimiz mu’cize-i şeceriyenin misallerini
hem teyit eder, hem kuvvet verir. Çünkü o da ağaçtır;
cinsi birdir. Fakat şunun şahsı mütevatirdir. öteki kısım-
lar, her birinin nev’i mütevatirdir; cüz’iyatları, misalleri,
çoğu sarih tevatür derecesine çıkmıyor.
evet, Mescid-i Şerifte, hurma ağacından olan kuru di-
rek, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hutbe okur-
ken ona dayanıyordu. sonra minber-i şerif yapıldığı
Mektubat | 221 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
muvakkaten:
geçici olarak.
mütevatir:
yalan söylemekte bir-
leşmelerini aklın kabul etmeye-
ceği bir topluluğun verdiği haber,
böyle bir topluluğun senedin ba-
şından sonuna kadar yine kendi-
leri gibi bir topluluktan rivayet et-
tikleri sahih hadis.
nakletmek:
aktarmak, anlatmak.
nev:
tür, çeşit.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
risalet:
elçilik; Allah’ın elçiliği, pey-
gamberlik.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sarih:
açık, belli.
suret:
şekil, biçim, tarz.
tâbiîn:
Hz. Muhammed’in asha-
bıyla görüşmüş, onlardan hadis
dinlemiş ve ders almış olan Müs-
lümanlar.
takviye etme:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma.
tasdik etmek:
doğruluğunu ka-
bul etmek, onaylamak.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
tevatür-i hakikî:
yalan söyleme-
si mümkün olmayan kuvvetli bir
topluluğun rivayet ettiği, içinde
şüpheye yer bırakmayan rivayet,
incelenerek nakledilen kayıtlı ri-
vayet.
teyit etme:
doğrulama; kuvvet-
lendirme.
vakit:
zaman.
zaman-ı Sahabe:
Sahabe zamanı,
Sahabe devri.
ziyade:
çok, fazla.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
camit:
cansız, katı.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar.
cüz’iyat:
parçalar, kısımlar.
edna:
pek aşağı, çok alçak.
ehemmiyet:
önem.
firak-ı ahmedî:
Peygamber
Efendimizin ayrılığı.
hanînülciz:
kuru hurma dire-
ğinin ağlayıp inlemesi.
hususan:
özellikle.
hutbe:
hatip tarafından min-
bere çıkılarak yapılan İlâhî
emirleri hatırlatan konuşma.
iman:
inanma, inanç; İslâm di-
nini kabul etme.
itaat etme:
boyun eğme, is-
tenilene uyma.
kütüb-i sahiha:
doğru ve gü-
venilir hadis kitapları.
mahlûk:
yaratık.
Mescid-i Şerif:
Medine’de Hz.
Peygamberin kabrinin de bu-
lunduğu mescit, Peygamber
Efendimizin mescidi.
Mescid-i Şerif-i Nebevî:
Mes-
cid-i Şerif; Medine’de Hz. Pey-
gamberin kabrinin de bulun-
duğu mescit, Peygamber Efen-
dimizin mescidi.
minber-i şerif:
Peygamber
Efendimizin mescidindeki min-
ber.
misal:
örnek, numune.
mu’cize:
Peygamberler tara-
fından ortaya konmuş olağa-
nüstü hâl ve hareketlerden
her biri.
mu’cize-i şeceriye:
ağaç ile
ilgili mu’cize.