sonra o
ciz’i
dinledi, ne söylüyor.
Ciz
söyledi; arkada-
ki adamlar da işitti:
'
¤ r
Ñ n
j n
’ m
¿Én
µ n
e
p‘
$G o
ABÉ n
«p
dr
hn
G »
u
æ p
e o
?o
cr
Én
j p
á s
æn
÷r
Gp
‘
»
p
æ° r
Sp
ôr
Zp
G
Yani, “
Cennettebenidikki,benimmeyvelerimden
Cenab-ıHakkınsevgilikullarıyesin.Hembirmekânki,
oradabekabulup,çürümekyoktur
.”
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti:
(1)
o
âr
? n
©n
a r
ón
b
. sonra ferman etti:
(2)
p
ABÉ n
æn
Ør
dGp
QGn
O'
¤n
Y p
A B Én
?n
Ñr
dG n
QGn
O n
QÉn
àr
Np
G
İlm-i kelâmın büyük imamlarından meşhur ebu İshak-ı
İsferanî naklediyor ki:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm direğin yanına
gitmedi, belki direk onun emriyle onun yanına geldi.
sonra emretti; yerine döndü.
(3)
Hazret-i übeyy ibni kâ’b der ki: Şu hâdise-i harikadan
sonra resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki:
“direk minberin altına konulsun.” Minberin altına konul-
du; tâ Mescid-i Şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar.
o vakit Hazret-i übeyy ibni kâ’b yanına aldı; çürüyün-
ceye kadar muhafaza edildi.
(4)
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hâdise-i mu’cizeyi şakirtleri-
ne ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, resul-i
ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteri-
yor. sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstahaksınız.”
(5)
Biz de deriz ki: evet, hem ona iştiyak ve meyil ve mu-
habbet, onun sünnet-i seniyesine ve Şeriat-ı garrasına it-
tiba iledir.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bâkî:
ebedî, sonsuz, sürekli ve ka-
lıcı olan.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
ciz:
kuru hurma direği.
fânî:
ölümlü, geçici.
ferman:
emir, buyruk.
hâdise-i harika:
insanı hayrete
düşüren olay.
hâdise-i mu’cize:
mu’cize olan
hâdise, olay.
hedmetmek:
yıkmak, harap et-
mek.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Cenab-ı
Hakkın zat ve sıfatlarından, nü-
büvvet, haşir, kader gibi imana
ait meselelerden İslâmî esaslar
dairesinde delillere dayalı olarak
bahseden ilim.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
ittiba:
tâbi olma, uyma, itaat et-
me.
mekân:
yer.
Mescid-i Şerif:
Medine’de içinde
Peygamberimizin kabrinin de bu-
lunduğu mescit.
meyil:
yönelme, istek, arzu;
muhabbet, sevgi.
minber:
camide hatibin hut-
be okuduğu merdivenli kür-
sü.
muhafaza:
koruma, saklama.
müstahak:
hak etmiş, lâyık.
nakletmek:
aktarmak, anlat-
mak.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavırları.
şakirt:
talebe, öğrenci.
Şeriat-ı Garra:
büyük ve par-
lak şeriat, İslâmiyet.
vakit:
zaman.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 224 | Mektubat
1.
Öyle yaptım.
2.
Bâkî yurdu fânî dünyaya tercih etti.
3.
Kadı İyaz, Şifa, 1:304.
4.
Kadı İyaz, Şifa, 1:304; İbniMâce, İkametü's-Salât: 199; Darimî, Mukaddime: 6.
5.
Kadı İyaz, Şifa, 1:305.