“Hazret-i ömer, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâmdan yağmur duasını niyaz etti. Çünkü, ordu suya muh-
taçtı. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldır-
dı; birden bulut toplandı, yağmur geldi, ordunun ihtiyacı
kadar su verdi, gitti.”
(1)
Âdeta, yalnız orduya su vermek
için memur idi; geldi, ihtiyaca göre verdi, gitti.
Şu hâdise, nasıl ki sekizinci misali teyit ve kat’î ispat
eder; öyle de, şu hâdisede, meşhur allâmelerden ve tas-
hihte çok müşkülpesent, hatta çok sahihlere mevzu de-
yip kabul etmeyen İbni Cevzî gibi bir muhakkik der ki:
“Şu hâdise gazve-i Meşhure-i Bedir’de vuku bulmuş.
(2)
p
¬p
H r
ºo
cn
ô u
¡n
£o
«p
d k
ABÉ n
e p
ABÉ n
ª s
°ùdG n
øp
e r
ºo
µ r
«n
?n
Y o
?pq
õn
æo
jn
h
ayet-i kerîmesi, o
hâdiseyi beyan edip, ifade eder.”
Madem ayet o hâdiseyi gösterir; kat’iyetinde şüphe kal-
maz. Hem, dua-i nebevî ile, birden ve sür’atle ve daha
elini indirmeden yağmurun gelmesi, çok tekerrür etmiş,
tek başıyla bir mu’cize-i mütevatiredir. Bazı defa camide,
minber üstünde elini kaldırmış, daha indirmeden yağmış;
tevatür ile nakledilmiş.
(3)
Dokuzuncu İşaret
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın enva-ı mu’ci-
zatından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinle-
meleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki, şu mu’ci-
ze-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gi-
bi, manen mütevatirdir. Müteaddit suretleri var ve çok ta-
riklerle gelmiştir.
adeta:
sanki.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
allâme:
pek çok konuda uzman
olan büyük bilgin, ilmî seviyesi
çok yüksek olan âlim.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti; aza-
met ve şerefi olan ayet.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
dua-i Nebevî:
Peygamberin du-
ası.
enva-
ı mu’cizat: mu’cizelerin tür-
leri, çeşitleri.
hâdise:
olay, ilk defa olan, mey-
dana çıkan hâl.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
manen:
manevî olarak.
Meşhure-i Gazve-i bedir:
Meşhur
Bedir Savaşı.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize da-
yandırdığı haberler, uydurma ha-
disler.
minber:
camide hatibin hutbe
okuduğu merdivenli kürsü.
misal:
örnek, numune.
mu’cize-i mütevatire:
çok kim-
senin aktardığı ve doğruluğunu
kabul ettiği mu’cize.
mu’cize-i şeceriye:
ağaç ile ilgili
mu’cize.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzü-
nü inceleyerek vâkıf olan.
mübarek:
bereketli, hayırlı, uğur-
lu.
müşkülpesent:
titiz, zor beğenen,
aşırı itina gösteren.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
mütevatir:
yalan söylemekte bir-
leşmelerini aklın kabul etmeye-
ceği bir topluluğun verdiği haber,
böyle bir topluluğun senedin ba-
şından sonuna kadar yine kendi-
leri gibi bir topluluktan riva-
yet ettikleri sahih hadis.
nakletmek:
aktarmak, anlat-
mak.
niyaz:
dua, yalvarma, yakar-
ma.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
sahih:
gerçek, doğru, yanlış
olmayan.
suret:
şekil, biçim.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
tashih:
düzeltme, yanlışlardan
arındırma.
tekerrür etmek:
tekrarlan-
mak.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, ya-
lan söylemelerini aklın kabul-
lenemeyeceği kadar sayı ve
sağlamlıktaki bir topluluk ta-
rafından aktarılması, rivayet
edilmesi.
teyit:
kuvvetlendirme, doğru-
lama.
vuku bulma:
meydana gel-
me, ortaya çıkma.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 214 | Mektubat
1.
Hafacî, Şerhü'ş-Şifa, 3:128; Aliyyü'l-Karî, Şerhü'ş-Şifa, 1:601; Dürerü'l-Mensur, 3:170.
2.
Sizi temizlemek için üzerinize gökten yağmur indirir. (Enfal Suresi: 11.)
3
. Buharî, 2:15, 34, 36, 37, 38, 4:4:236; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 6:139.