Ben de o az suyu mübarek eli üzerine döküyordum. gör-
düm ki, mübarek parmaklarından kesretle su aktı. sonra
teşt doldu. suya muhtaç olanları çağırdım. Bütün geldi-
ler, o sudan abdest alıp, içtiler. Ben dedim: ‘daha kimse
kalmadı.’ elini kaldırdı; o cefne (yani tekne) lebalep dolu
kaldı.”
(1)
İşte, şu mu’cize-i bâhire-i Ahmediye (
AsM
) manen mü-
tevatirdir. Çünkü, Hazret-i Cabir o işte başta olduğu için,
birinci söz onun hakkıdır; o, umumun namına ilân edi-
yor. Çünkü, o vakit hizmet eden o zat idi; ilân, başta
onun hakkıdır.
İbni Mes’ud da aynen rivayetinde diyor ki: “Ben gör-
düm ki, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın parmak-
larından çeşme gibi su akıyor.” Acaba, meşahir-i sıddı-
kîn-i sahabeden olan enes, Cabir, İbni Mes’ud gibi bir
cemaat dese, “Ben gördüm”; görmemesi mümkün mü-
dür?
Şimdi şu üç misali birleştir, ne kadar kuvvetli bir mu’ci-
ze-i bâhire olduğunu gör. Ve üç tarik birleşse, hakikî te-
vatür hükmünde parmaklarından su akmasını kat’î ispat
eder. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâmın taştan on iki yerde
çeşme gibi su akıtması, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâmın on parmağından on musluk suyun akmasının de-
recesine çıkamaz. Çünkü, taştan su akması mümkündür;
adiyat içinde naziri bulunur. Fakat, et ve kemikten, Âb-ı
kevser gibi suyun kesretle akmasının naziri, adiyat için-
de yoktur.
Mektubat | 209 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
birleşmelerini aklın kabul etme-
yeceği bir topluluğun verdiği ha-
ber, böyle bir topluluğun senedin
başından sonuna kadar yine ken-
dileri gibi bir topluluktan rivayet
ettikleri sahih hadis.
namına:
adına.
nazir:
benzer, eş.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme, aktarma.
tarik:
yol; bir hadis ya da haberin
geliş kanalı.
tekne:
su kabı.
tevatür:
bir Hadis-i Şerif’in, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
umum:
bütün, herkes.
zat:
kişi, şahıs, fert.
Âb-ı kevser:
Kevser Suyu;
cennetteki sulardan biri.
adiyat:
her zaman olagelen,
alışılmış, sıradan şeyler.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
aleyhisselâm:
ona selâm ol-
sun.
cefne:
tekne.
cemaat:
topluluk.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait
söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
ilân etmek:
açıklamak, her-
kese duyurmak.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kesret:
çokluk, bolluk, fazla-
lık.
lebalep:
ağzına kadar, dopdo-
lu.
manen:
manevî olarak.
meşahir-i sıddıkîn-i Sahabe:
doğruluklarıyla meşhur Saha-
beler.
misal:
örnek, numune.
mu’cize-i bâhire-i ahmedi-
ye:
Hz. Muhammed’in apaçık
mu’cizeleri.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mübarek:
bereketli, hayırlı,
uğurlu.
mütevatir:
yalan söylemekte
1.
Buharî, 7:148; Müslim, 4:2307, 1309, hadis no: 3014.