yalandır demeye cibillî bir meyil vardır. Hususan, her ka-
vimden ziyade yalana karşı sükût etmez sahabeler olsa;
hususan hâdiseler resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
ma taallûk etse; ve bilhassa, nakleden meşahir-i sahabe-
den olsa, elbette o haber-i vahit sahibi, o hâdiseyi gören
cemaati temsil eder hükmünde rivayet eder.
Hâlbuki, şimdi bahsedeceğimiz mu’cizat-ı mâiyeyi, her
bir misali çok tariklerle, çok sahabelerin ellerinden, bin-
ler tabiînin muhakkikleri el atıp almışlar, sağlam olarak
ikinci asır müçtehitlerinin ellerine vermişler. onlar da, ke-
mal-i ciddiyetle ve hürmetle el atıp, kabul edip, arkaların-
daki asrın muhakkiklerinin ellerine vermişler. Her taba-
ka, binler kuvvetli ellerden geçip, gele gele tâ asrımıza
gelmiş. Hem Asr-ı saadette yazılan kütüb-i ehadisiye, sağ-
lam olarak devredilip, tâ Buharî ve Müslim gibi ilm-i
hadisin dâhî imamlarının eline geçmiş. onlar da, kemal-i
tahkik ile meratibini tefrik ederek, sıhhati şüphesiz olan-
ları cem ederek bize ders vermişler, takdim etmişler.
( 1 )
G k
Ò
p
ã n
c
G k
ô r
«n
N *G o
º o
gG n
õn
L
İşte, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek
parmaklarından suyun akması ve pek çok adama içirme-
si mütevatirdir. öyle bir cemaat nakletmiş ki, yalana itti-
fakları muhaldir. Şu mu’cize gayet kat’îdir. Hem üç defa,
üç mecma-ı azîmde tekerrür etmiş. Başta Buharî, Müs-
lim, İmam-ı Malik, İmam-ı Şuayb, İmam-ı katâde gibi pek
çok ehl-i sahih bir cemaat, sahabelerden başta hadim-i
nebevî Hazret-i enes, Hazret-i Cabir, Hazret-i İbni
Mes’ud gibi meşahir-i sahabenin bir cemaatinden,
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asır:
yüzyıl, çağ.
asr-ı Saadet:
mutluluk asrı; Pey-
gamberimiz ve dört halifenin ya-
şadığı devire verilen ad.
bilhassa:
özellikle.
cem’ etmek:
toplamak, bir araya
getirmek.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar.
cibillî:
yaratılıştan olan, yaratılış-
tan gelen.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
uyanık.
ehl-i sahih:
söyledikleri doğru ve
güvenilir olan.
haber-i vahit:
bir tek kişinin ha-
ber vermesi; bir kişi kanalıyla ge-
len haber veya hadis.
hadim-i Nebevî:
Peygamber Efen-
dimizin hizmetkârı.
hâdise:
olay, meydana çıkan hâl.
hususan:
özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ilm-i hadis:
hadis ilmi.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim.
ittifak:
birleşme.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kavim:
insan topluluğu; araların-
da töre, dil ve kültür ortaklığı bu-
lunan boy ve soy bakımından da
birbirine bağlı insan topluluğu.
kemal-i ciddiyet:
tam bir ciddi-
yet.
kemal-i tahkik:
mükemmel araş-
tırma ve inceleme.
kütüb-i ehadisiye:
hadislere dair
kitaplar.
mecma-i azîm:
büyük kalabalık,
topluluk.
meratip:
mertebeler, dereceler.
meşahir-i Sahabe:
Sahabelerin
meşhurları.
meyil:
yönelme, eğilim.
misal:
örnek, numune.
mu’cizat-ı mâiye:
su ile ilgili mu’ci-
zeler.
mu’cize:
Peygamberler tarafından
ortaya konmuş olağanüstü hâl ve
hareketlerden her biri.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzü-
nü inceleyerek vâkıf olan.
muhal:
imkânsız, olması müm-
kün olmayan.
mübarek:
bereketli, hayırlı, uğur-
lu.
müçtehit:
ayet ve hadisler başta
olmak üzere, diğer dini deliller-
den hüküm çıkarma bilgi ve ye-
teneğine sahip olan kişi.
mükâfat:
ödül.
mütevatir:
yalan söylemekte
birleşmelerini aklın kabul et-
meyeceği bir topluluğun ver-
diği haber, böyle bir toplulu-
ğun senedin başından sonu-
na kadar yine kendileri gibi
bir topluluktan rivayet ettik-
leri sahih hadis.
nakil:
aktarma, anlatma.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme, aktarma.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
sıhhat:
doğruluk, gerçeklik,
sağlamlık.
sükût etmek:
susmak, konuş-
mamak, söz söylememek.
taallûk etmek:
alâkalı olmak,
ilgilendirmek.
tâbiîn:
Sahabeleri gören Müs-
lümanlar.
takdim etmek:
sunmak, arz
etmek.
tefrik etme:
birbirinden ayır-
ma, ayırdetmek, seçme.
tekerrür etme:
tekrarlanma.
temsil etme:
birinin veya bir
topluluğun adına hareket et-
me.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 206 | Mektubat
1.
Allah onları bol hayırlarla mükâfatlandırsın.