Mektubat - page 203

bütününü ben içebilirim; ben daha ziyade muhtacım.”
Fakat emr-i nebevî için, onları topladım, getirdim. Yüzü
mütecaviz idiler. Ferman etti: “onlara içir.” Ben de, o
kadehteki sütü birer birer verdim. Her birisi doyuncaya
kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içirerek bü-
tün ehl-i suffe o safî sütten içtiler. sonra ferman etti ki:
(1)
r
Ün
ôr
°TÉn
a n
âr
fn
G n
h Én
fn
G n
À
p
?n
H
Ben içtim. İçtikçe, “İç” ferman
eder. ta ben dedim: “seni hak ile irsal eden zat-ı zülce-
lâl’e kasem ederim, yer kalmadı ki içeyim.” sonra ken-
disi aldı, “Bismillâh” deyip, hamd ederek bakıyesini içti.
Yüz bin afiyet olsun!
(2)
İşte şu safî, halis süt gibi lâtif, şüphesiz mu’cize-i bâhi-
re-i bereket beş yüz bin hadisi hıfzına alan Hazret-i Bu-
harî başta olarak, kütüb-i sitte-i sahiha ile nakilleri, göz-
le görmek kadar kat’î olmakla beraber, medrese-i kudsi-
ye-i Ahmediye (
AsM
) olan suffenin namdar, sadık, hafız
bir şakirdi olan ebu Hüreyre’nin, umum ehl-i suffeyi ma-
nen işhat ederek, âdeta umumunu temsil edip şu ihbarı
tevatür derecesinde kat’î telâkki etmeyenin, ya kalbi
bozuk veya aklı yok. Acaba, Hazret-i ebu Hüreyre gibi
sadık ve bütün hayatını hadise ve dine vakfeden,
(3)
p
QÉs
ædG n
øp
e o
?n
ón
©r
?n
e r
G s
ƒn
Ñn
àn
«r
?n
a Gk
óu
ªn
©n
ào
e s
»n
?n
Y n
Ün
òn
c r
øn
en
h
hadisini işi-
ten ve nakleden, hiç mümkün müdür ki, hıfzındaki eha-
dis-i nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp
ehl-i suffenin tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve-
ya asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ!
Mektubat | 203 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
kimse; çok sayıda hadis ezberle-
miş olan kişi.
hak:
doğru, gerçek; adalet.
halis:
saf, katıksız, temiz.
hamd:
methetme, övme, yücelt-
me.
haşa:
asla, hiçbir zaman.
hıfz:
ezber, zihinde saklama.
hıfzına alma:
ezberleme, zihinde
saklama.
ihbar:
haber verme, bildirme.
irsal etmek:
göndermek.
işhat etmek:
bir dava hakkında
delil olarak şahit göstermek.
kadeh:
bardak.
kasem:
yemin, and.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kıymet:
değer, şeref.
kütüb-i Sitte-i sahiha:
sahih, doğ-
ru, güvenilir olan altı büyük hadis
kitabı.
lâtif:
güzel, hoş.
manen:
manevî olarak.
medrese-i kudsiye-i ahmediye:
Peygamberimizin mukaddes med-
resesi, okulu.
mu’cize-i bâhire-i bereket:
apa-
çık bereket mu’cizesi.
muhalif:
aykırı, zıt.
mütecaviz:
belli sınırı aşan; fazla,
çok.
nakil:
aktarma, anlatma.
namdar:
nam sahibi, şan ve şöh-
ret sahibi.
sadık:
doğru, doğru sözlü.
safî:
saf olan, temiz, katıksız.
sıhhat:
doğruluk, gerçeklik, sağ-
lamlık.
suffe:
hicretten sonra Medine Mes-
cidinin hemen yanında inşa edil-
miş olan, içinde bir kısım Sahabe-
lerin Kur’ân, Hadis, hukuk gibi ilim-
leri tahsil ettiği ve barındığı bina.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tekzip:
yalanlama.
telâkki etme:
kabul etme; anla-
ma.
temsil etmek:
birinin veya bir
topluluğun adına hareket etmek.
tevatür:
bir Hadis-i Şerif’in, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
umum:
bütün, hep, herkes.
vak’a:
hâdise, olay.
vakfetmek:
adamak.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi Zat, Allah.
ziyade:
çok, fazla.
afiyet:
sağlık, esenlik.
bakıye:
artakalan, geriye ka-
lan.
ehadis-i Nebeviye:
peygam-
ber hadisleri, sözleri.
ehl-i Suffe:
Suffe Ehli, hayat-
ları boyunca Peygamberimi-
zin yanında bulunan Peygam-
berimizin mescidine bitişik bir
yerde oturan ve orada yaşa-
yan, Peygamberimizden ders
alan Sahabeler.
emr-i nebevî:
Peygamberimi-
zin emri.
ferman:
emir, buyruk.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait
söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tama-
men ezberleyen ve okuyan
1.
Ben ve sen kaldık; sen de iç.
2.
Buharî, 8:120; Tirmizî, Kıyame: 16.
3.
Kim bile bile benim söylemediğim bir şeyi söyledi diye uydurursa, cehennemdeki yerine
hazırlansın. (Buharî, 1:38; Müslim, 1:10; Kettanî, Nazmü’l-Mütenasir:Fi’l-Hadisi’l-Mütevatir, s.
20-24.)
1...,193,194,195,196,197,198,199,200,201,202 204,205,206,207,208,209,210,211,212,213,...1086
Powered by FlippingBook