yâRab!ŞuResul-iEkremAleyhissalâtüVesselâmın
bereketihürmetinebizeihsanettiğinmaddîvemanevî
rızkımızabereketihsanet!
bİR NÜkte-İ MÜHİMMe:
Malûmdur ki, zayıf şeyler
içtima ettikçe kuvvetleşir. İncecik ipler topak yapılsa, kuv-
vetli halat olur. kuvvetli halatlar topak yapılsa, kimse ko-
paramaz. İşte on beş enva-ı mu’cizattan yalnız bereket
kısmındaki mu’cizatı ve o kısmın on beş kısmından an-
cak bir kısmını on beş misal ile gösterdik. Her bir misal,
tek başıyla nübüvveti ispat eder bir derecede kuvvetli idi.
Farz-ı muhal olarak, bunların bir kısmını kuvvetsiz saysak
da, yine kuvvetsiz diyemeyiz. Çünkü, kavi ile ittifak eden
kavileşir.
Hem şu on beş misalin içtimaı, kat’î, şüphesiz bir teva-
tür-i manevî ile, kuvvetli bir mu’cize-i kübrayı gösterir.
Şimdi, şu mecmudaki mu’cize-i kübra, bereket mu’cize-
lerinden zikredilmemiş olan on dört kısm-ı ahere mezce-
dilse, kuvvetli halatları topak yapmak gibi, koparılması
mümkün olmayan bir mu’cize-i ekber, içinde görünür.
sonra, şu mu’cize-i ekberi, sair on dört nevi mu’ciza-
tın mecmuuna ilâve et gör ki, ne derece kuvvetli, sarsıl-
maz, kat’î bir bürhan-ı nübüvvet-i Ahmediyeyi (
AsM
) gös-
terir. İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (
AsM
) direği, şu mec-
mudan teşekkül eden dağ gibi kuvvetli bir direktir. Şimdi,
cüz’iyatta ve misallerde, suifehimden gelen şüphelerle, o
metin sakf-ı muallâyı sebatsız ve kabil-i sukut görmek ne
derece akılsızlık olduğunu anladın.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bereket:
bolluk, hayırlılık, Allah
vergisi; uğurluluk.
bürhan-ı nübüvvet-i ahmediye:
Hz. Muhammed’in Peygamberliği-
nin delilleri.
cüz’iyat:
parçalar, kısımlar.
enva-ı mu’cizat:
mu’cizelerin çe-
şitleri, türleri.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz et-
me; olmayacak bir şeyi olacak-
mış gibi düşünme, varsayım.
hürmet:
şeref, haysiyet.
içtima etme:
toplanma, bir araya
gelme.
içtimaı:
toplanması, bir araya gel-
mesi.
ihsan:
ikram, lütuf, bağış.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
ittifak etmek:
birleşmek.
kabil-i sukut:
sukut edebilir; dü-
şebilir, düşmeye meyilli.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kavi:
kuvvetli, sağlam.
kısm-ı aher:
diğer kısım, sonraki
kısım.
maddî:
maddeye ait, cismanî.
malûm:
bilinen, belli.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mecmu:
bütün, toplam, hepsi.
metin:
sağlam, kuvvetli.
mezç:
katma, karıştırma, birleş-
tirme.
misal:
örnek, numune.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 204 | Mektubat
lerin gösterebilecekleri büyük
harika işler.
mu’cize:
Peygamberler tara-
fından ortaya konmuş olağa-
nüstü hâl ve hareketlerden
her biri.
mu’cize-i ekber:
en büyük
mu’cize.
mu’cize-i kübra:
en büyük
mu’cize.
nevi:
tür, çeşit.
nübüvvet:
peygamberlik.
nübüvvet-i ahmedî:
Hz. Mu-
hammed’in Peygamberliği.
nükte-i mühimme:
çok önemli
bölüm.
Rab:
yaratan, besleyen, bü-
yüten, verdiği nimetlerle mah-
lûkatı ıslah ve terbiye eden
Allah.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş
olan nimet; yiyecek içecek
şeyler.
sair:
diğer, öteki.
sakf-i muallâ:
yüce, yüksek
çatı.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
suifehim:
kötü anlayış.
teşekkül etme:
meydana gel-
me, oluşma.
tevatür-i manevî:
bir toplu-
luğa ait olayın o topluluğa ait
birisi tarafından nakledilmesi
ve bu naklin topluluğun diğer
fertleri tarafından yalanlanma-
mış olması, söyleyenin doğ-
ruluğunun, diğerlerinin susma-
sı şeklinde tasdik edilmiş ol-
ması.
zikretmek:
anmak, söylemek,
bildirmek.