evet, berekete dair o mu’cizeler gösteriyorlar ki, Mu-
hammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, umuma rızık ve-
ren ve rızıkları halk eden bir zat-ı rahîm ve kerîm’in sev-
gili memurudur, pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın enva-
ında, hilâf-ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gayptan ziya-
fetler gönderiyor.
Malûmdur ki, Ceziretülarap, suyu ve ziraati az bir yer-
dir. onun için ahalisi, hususan bidayet-i İslâm’daki saha-
beler, dıyk-ı maişete maruzdurlar. Hem, susuzluğa çok
defa giriftar oluyorlardı. İşte, bu hikmete binaen, mu’ci-
zat-ı bâhire-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın mühim-
leri, taam ve su hususunda tezahür etmiş. Bu harikalar,
dava-i nübüvvete delil ve mu’cize olmaktan ziyade, ihti-
yaca binaen, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma bir
ikram-ı İlâhî, bir ihsan-ı rabbanî, bir ziyafet-i rahmaniye
hükmündedir. Çünkü, o mu’cizatı görenler, nübüvveti tas-
dik etmişler. Fakat mu’cize zuhur ettikçe, iman ziyadele-
şir, nurun ala nur olur.
Sekizinci İşaret
su hususunda tezahür eden bir kısım mu’cizatı beyan
eder.
MukaDDİMe
Malûmdur ki, cemaatler içinde vuku bulan hâdiseler,
âhadî bir surette nakledilse, tekzip edilmediği vakit, doğ-
ruluğunu gösterir. Çünkü, insanın fıtratında, yalana
Mektubat | 205 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
ihsanı, ikramı, bağışı.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikramı, ih-
sanı.
iman:
inanma, inanç, itikat.
malûm:
bilinen, belli.
maruz:
bir şeyin karşısında ve te-
siri altında bulunan.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mu’cizat-ı bâhire-i ahmediye:
Hz.
Muhammed’in apaçık olan mu’ci-
zeleri.
mu’cize:
Peygamberler tarafından
ortaya konmuş olağanüstü hâl ve
hareketlerden her biri.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Hz.
Muhammed.
mukaddime:
giriş, başlangıç.
mühim:
önemli.
nakil:
aktarma, anlatma.
nurun alâ nur:
nur üstüne nur.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sırf:
sade, yalnız, tamamıyla.
suret:
şekil, biçim, tarz.
taam:
yemek, yenilen şey, yiye-
cek, aş.
tasdik etmek:
doğruluğunu ka-
bul etmek, onaylamak.
tekzip edilme:
yalanlanma.
tezahür etme:
ortaya çıkma, mey-
dana gelme, görünme.
umum:
bütün, herkes.
vuku bulma:
olma, meydana gel-
me, ortaya çıkma.
Zat-ı Rahîm ve kerîm:
sonsuz
rahmet ve ikram sahibi olan Zat,
Allah.
ziraat:
tarım, çiftçilik.
ziyade:
çok, fazla.
ziyafet:
misafire yedirip içirme;
ikram için verilen yemek.
ziyafet-i Rahmanî:
rahmeti son-
suz olan Allah’ın canlılara ziyafeti.
zuhur etme:
görünme, meydana
çıkma.
abd:
kul.
âhadî:
tek koldan nakledilen
hadis.
ahali:
halk.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
bereket:
bolluk, hayırlılık, Al-
lah vergisi.
beyan:
anlatma, açıklama, bil-
dirme.
bidayet-i İslâm:
İslâmın baş-
langıcı, İslâmın ilk zamanları.
binaen:
-den dolayı.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar.
Ceziretülarap:
Arap Yarıma-
dası.
dair:
ait, ilgili, alâkalı.
dava-i nübüvvet:
peygam-
berlik davası; peygamber ol-
duğunu ilân etmek.
dıyk-i maişet:
geçim darlığı.
enva:
neviler, türler, çeşitler.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç.
gayp:
görünmeyen, fakat var-
lığı kesin olan ve mahiyeti Al-
lah tarafından bilinen başka
âlemler.
giriftar olmak:
tutulmak, ya-
kalanmak.
hâdise:
olay, meydana çıkan
hâl.
halk etmek:
yaratmak.
harika:
olağanüstü özellikler
taşıyan ve hayranlık hissi uyan-
dıran şey.
hikmet:
sebep.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı.
husus:
konu.
hususan:
özellikle.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
hürmet:
şeref, haysiyet.
ihsan-ı Rabbanî:
Rabbimizin