OtuzuncuLem’anınİkinciNüktesi
(1)
m
?o
ƒ?r
©n
e m
Qn
ón
?p
H s
’p
G o
¬o
du
õn
æo
f Én
en
h o
¬o
æp
FBG n
õn
N Én
fn
ór
æp
Y s
’p
G m
Ar
»n
°T r
øp
e r
¿p
G n
h
ayetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Azam veyahut İsm-i Aza-
mın altı nurundan bir nuru olan
ADL
isminin bir cilvesi,
Birinci nükte gibi, eskişehir Hapishanesinde uzaktan uza-
ğa göründü. onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla
deriz:
şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen
tahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehir-
de her vakit harb ve hicret içinde kaynayan bir memle-
ket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat için-
de yuvarlanan bir âlem var.
Hâlbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlem-
de o derece hayretengiz bir muvazene, bir mizan, bir tev-
zin hükmediyor; bilbedahe ispat eder ki, bu hadsiz mev-
cudatta olan hadsiz tahavvülât ve varidat ve masarif, her
bir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir
bir tek zatın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan
bir balık, bin yumurtacıkla ve nebatattan haşhaş gibi bir
çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkı-
lâpların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalı-
şan ve istilâ etmek isteyen esbap başıboş olsalardı veya-
hut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve
şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i
eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir sene-
de, belki bir günde hercümerç olurdu. Yani, deniz karma
karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti.
Lem’aLar | 875 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
terme.
istilâ:
kaplama, sarma, kuşatma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
lem’a:
parıltı.
maksat:
gaye, hedef.
masarif:
masraflar, giderler.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
mevt:
ölüm.
mizan:
terazi, ölçü.
muvazene:
denge, iki şeyin eşit
olma hâli; ölçülü.
muvazene-i eşya:
eşyadaki ölçü
ve denge.
muvazene-i kâinat:
kâinattaki
denge ve ölçü.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nazar-ı teftiş:
kontrol, denetleme
bakışı.
nebatat:
bitkiler.
nur:
parıltı, ışık.
nükte:
ince söz ve mana.
serseri:
gayesiz, hedefsiz.
şuur:
idrak, bilinç, anlayış.
taaffün:
kokuşma.
tabiat:
tüm varlıkların var oluş, ya-
ratılış kanunları.
tahavvülât:
tahavvüller, değişme-
ler.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
temsil:
misal getirme.
tesadüf:
rastlantı.
tevzin:
ölçülü hâle koyma.
umum:
bütün.
unsur:
esas madde, kök.
varidat:
gelirler.
zat:
şahıs, kişi.
zulmet:
karanlık.
adl:
adaletli olan Allah’ın bir
ismi.
âlem:
dünya, cihan.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cilve:
görünme, tecelli.
esbap:
sebepler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlbuki:
oysa ki.
harb:
savaş, cenk.
haşhaş:
Afyon çıkarılan bitki.
havale etme:
bir işi veya bir
şeyin yetkisini başkasına bı-
rakma, devretme.
hayretengiz:
hayret içinde bı-
rakan.
hercümerç:
darmadağın, kar-
makarışık.
hicret:
göç.
hücum:
saldırma, saldırı.
hükmetmek:
hâkim olma,
emri altında tutma.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
İsm-i azam:
Cenab-ı Hakkın
bin bir isminden en büyük ve
manaca diğer isimleri kuşat-
mış olanı.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
1.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile
indiririz. (Hicr Suresi: 21.)