müstefit ve bir derece malik eden hayat ve ihya gibi, kâ-
inatın yüzünü güldüren, ışıklandıran bedihî hakikatler ve
vahdanî fiiller, ziya güneşi gösterdiği gibi, bir tek
Zat-ı Ha-
kîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak, Hayy
ve
Muhyî’
yi bilbeda-
he gösteriyorlar. eğer her biri birer bürhan-ı bâhir-i vah-
daniyet olan o yüzer geniş fiillerden tek birisi
Vahid-i
Ehad’
e verilmezse, yüzer vecihte muhaller lâzım gelir.
Meselâ, onlardan değil hikmet, inayet, rahmet, iaşe,
ihya gibi bedihî hakikatler ve vahdanî deliller, belki yalnız
tanzif fiili kâinat Hâlık’ına verilmezse, o vakit ehl-i dalâ-
letin o meslek-i küfrîsinde lâzım gelir ki, ya tanzifle alâka-
dar zerreden, sinekten tut, tâ unsurlara, yıldızlara kadar
bütün mahlûkatın her biri, koca kâinatın tezyin ve tevzin
ve tanzim ve tanzifini bilecek, düşünecek ve ona göre
davranacak bir kabiliyette olacak; veyahut Hâlık-ı Âlem’in
sıfât-ı kudsiyesi kendisinde bulunacak; veyahut bu kâina-
tın tezyinat ve tanzifatı ve varidat ve masarifinin muvaze-
nelerini tanzim etmek için, kâinat büyüklüğünde bir mec-
lis-i meşveret bulundurulacak ve hadsiz zerreler, sinekler,
yıldızlar o meclisin azaları olacak. Ve hakeza, bunlar gibi
hurafeli, safsatalı yüzer muhaller bulunacak, tâ ki her ta-
rafta görünen ve müşahede olunan umumî ve ihatalı ulvî
tezyin ve tathir ve tanzif vücut bulabilsin. Bu ise, bir mu-
hal değil, belki yüz bin muhal ortaya girer.
evet, eğer gündüzün ziyası ve zemindeki umum parlak
şeylerde temessül eden hayalî güneşçikler güneşe veril-
mezse ve bir tek güneşin cilve-i in’ikâsıdır denilmezse, o
vakit zemin yüzünde parlayan bütün cam parçalarında
Lem’aLar | 873 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
hâli, denge.
müstefit:
istifade eden.
müşahede:
görme, seyretme.
rahmet:
merhamet etme, şefkat
gösterme.
safsata:
boş, asılsız söz.
sıfât-ı kudsiye:
Allah’ın mukaddes
sıfatları.
tanzif:
temizleme.
tanzifat:
temizlemeler.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tathir:
temizlenme, paklama.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
tevzin:
tartma, ölçülü hâle koyma.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
tezyinat:
süslemeler.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün.
umumî:
genele ait, herkese ait.
unsur:
element, esas madde.
vahdanî:
Allah’ın birliği ile alâkalı.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah
(c.c.).
varidat:
gelirler.
vecih:
yön.
vücut bulmak:
var olmak, me-
yana gelmek.
Zat- muhyî:
dirilten, hayat veren
Zat, Allah.
Zat-ı Hakîm:
her işi hikmet ve İlâhî
gaye ile yapan Zat.
Zat-ı Hayy:
gerçek hayat sahibi
olan Zat, Allah.
Zat-ı rahîm:
sonsuz merhamet
sahibi olan Zat.
Zat-ı rezzak:
bütün yaratılmışla-
rın rızkını veren ve ihtiyaçlarını
karşılayan Zat..
zemin:
yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, atom.
ziya:
ışık.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
aza:
üye, organ.
bedihî:
açık, aşikâr.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bürhan-ı bâhir-i vahdaniyet:
Allah’ın birliğini gösteren açık
ve kesin delil.
cilve-i in’ikâs:
yansımanın gö-
rüntüsü.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan, kanıt.
ehl-i dalâlet:
azgın ve sapkın
kimseler.
fiil:
iş.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikat:
gerçek.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
Hâlık-ı Âlem:
bütün âlemi ya-
ratan, Allah.
hikmet:
İlâhî gaye, fayda, yük-
sek bilgi, ilim.
hurafe:
batıl, uydurma.
iaşe:
yaşatma, besleme, yedi-
rip içirme.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihya:
diriltme, hayat verme.
inayet:
yardım, ihsan.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
lâzım:
gerekli.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
malik:
sahip.
masarif:
masraflar, giderler.
meclis-i meşveret:
meşveret,
danışma meclisi.
meslek-i küfrî:
küfür yolu ve
mesleği.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan.
muvazene:
iki şeyin eşit olma