İman ve Küfür Muvazeneleri - page 182

görür; o ulûm, nur ve hikmet olarak kalır, zulmet ve abe-
siyete inkılâp etmez.
Vaktaki
ene,
vazifesini şu suretle ifa etti; vahid-i kıya-
sî olan mevhum rububiyetini ve farazî malikiyetini terk
eder,
(1)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
Gn
h o
ºr
µo
?r
G o
¬n
dn
h o
ór
ªn
?r
G o
¬n
dn
h o
?r
?o
Ÿr
G o
¬n
d
der, ha-
kikî ubudiyetini takınır, makam-ı ahsen-i takvime çıkar.
eğer o
ene
, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtri-
yesini terk ederek kendine mana-i ismiyle baksa, kendini
malik itikat etse, o vakit emanete hıyanet eder,
(2)
Én
¡«
s
°Sn
O r
øn
e n
ÜÉn
N r
ón
bn
h
altında dahil olur. İşte, bütün şirk-
leri ve şerleri ve dalâletleri tevlit eden
enaniyet’
in şu ci-
hetindendir ki, semavat ve arz ve cibal tedehhüş etmiş-
ler, farazî bir şirkten korkmuşlar.
evet,
ene
ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, ma-
hiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bu-
lur, gittikçe kalınlaşır, vücud-i insanın her tarafına yayı-
lır, koca bir ejderha gibi, vücud-i insanı bel’ eder. Bütün
o insan, bütün letaifiyle âdeta
ene
olur. sonra, nev’in
enaniyet’
i de bir asabiyet-i nev’iye ve milliye cihetiyle o
enaniyet
’e kuvvet verip, o
ene
, o
enaniyet-i nev’iyeye
is-
tinat ederek, şeytan gibi, sâni-i zülcelâl’in evamirine
karşı mübareze eder. sonra, kıyas-ı binnefs suretiyle
herkesi, hatta her şeyi kendine kıyas edip, Cenab-ı Hak-
kın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder; gayet azîm
bir şirke düşer,
(3)
l
º«/
¶n
Y l
º r
? o
¶n
d n
? r
ö u
ûdG s
¿p
G
mealini gösterir.
abesiyet:
faydasız ve gayesiz oluş;
gereksiz şeyler.
arz:
yer yüzü.
asabiyet-i nev’iye ve milliye:
kendi milletini tutma ve taraftar
olma, millî ırkçılık.
azîm:
büyük.
bel’ etme:
yutma.
cibal:
dağlar.
cihet:
yön.
dahil olma:
içine girme, katılma.
dalâlet:
doğru yoldan ayrılmak.
emanet:
başka varlıkların yüklen-
mekten çekindiği, fakat insanın
yüklendiği istikamet üzere bulun-
mak; İlâhî görevler.
enaniyet:
benlik, gurur.
enaniyet-i nev’iye:
millî ırkçılık,
taraftarlarının enaniyet ve gururu.
ene:
ben, benlik.
esbap:
sebepler.
evamir:
emirler.
farazî:
var sayılmış; varsayım; ha-
yali.
gayet:
oldukça.
hakikî:
gerçek.
hat:
çizgi.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hikmet-i hilkat:
yaratılış amacı.
hıyanet:
hainlik yapma.
ifa:
yerine getirme.
inkılâp:
dönüşme.
istinat:
dayanma
itikat:
inanç.
kıyas:
karşılaştırma, benzetme.
kıyas-ı binnefs:
kendine kıyasla-
ma.
letaif:
insanın mahiyetindeki ince
duygular.
mahiyet:
sonuç.
makam-ı ahsen-i takvim:
yaratı-
lışın en güzel kıvamında olma de-
recesi.
malik:
sahip
malikiyet:
sahiplik.
mana-i isim:
bir şeyin bizzat ken-
disine bakan ve kendisini tanıtan
manası.
mevhum:
gerçekte var olmadığı
hâlde var sayılan.
mübareze:
karşı çıkma.
neşvünema:
büyütüp gelişme.
nev’:
tür.
nur:
ışık, aydınlık.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman ve her yerde her mah-
lûka muhtaç olduğu şeyleri
vermesi, terbiye ve beslemesi.
sâni-i zülcelâl:
celâl sahibi yü-
ce yaratıcı.
semavat:
gökler.
suret:
biçim; şekil.
şer:
kötülük, günah.
şirk:
Allah’a eş, ortak koşma;
küfür.
taksim:
bölme.
tedehhüş:
dehşete düşme,
dehşete kapılma, korkma,
ürkme.
tesettür:
örtünme, gizlenme.
tevlit:
doğurma.
ubudiyet:
kulluk.
ulûm:
doğruluğu ispat edilmiş
bilgiler.
vahid-i kıyasî:
ölçü.
vaktaki:
ne vakit ki, ne zaman
ki.
vazife-i fıtriye:
yaratılışa uy-
gun görev.
vücud
-i
insan:
insan vücudu.
zulmet:
karanlık.
1.
Mülk Onun, hamd Onun, hüküm Onundur ve Ona döndürüleceksiniz.
2.
Nefsini günaha daldıran da hüsrana uğramıştır. (Şems Suresi: 10.)
3.
Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokman Suresi: 13.)
o
TuzunCu
S
öz
| 182 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
1...,172,173,174,175,176,177,178,179,180,181 183,184,185,186,187,188,189,190,191,192,...412
Powered by FlippingBook