der. Ve hakeza, bütün sıfât ve şuunat-ı İlâhiyeyi bir dere-
ce bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve
hissiyat, “ene”de münderiçtir.
demek, “
ene
” âyinemisal ve vahid-i kıyasî ve alet-i in-
kişaf ve mana-i harfî gibi, manası kendinde olmayan ve
başkasının manasını gösteren, vücud-i insaniyetin kalın
ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesin-
den ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir
elif’tir ki, o elif’in iki “yüzü” var.
Biri hayra ve vücuda bakar. o yüz ile yalnız feyze ka-
bildir. Vereni kabul eder; kendi icat edemez. o yüzde fa-
il değil; icattan eli kısadır.
Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o
faildir, fiil sahibidir.
Hem, onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının manasını
gösterir. rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve
incedir ki, bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez
ve yüklenemez. Belki, eşyanın derecat ve miktarlarını
bildiren mizanülhararet ve mizanülhava gibi mizanlar
nev’inden bir mizandır ki, Vacibü’l-Vücud’un mutlak ve
muhit ve hudutsuz sıfâtını bildiren bir mizandır.
İşte, mahiyetini şu tarzda bilen ve iz’an eden ve ona
göre hareket eden,
(1)
Én
¡«
s
cn
R r
øn
e n
ín
?`r
an
G r
ón
b
beşaretinde dahil
olur. emaneti bihakkın eda eder ve o
ene
’nin dürbünüy-
le, kâinat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü görür. Ve
afakî malûmat nefse geldiği vakit,
ene
’de bir musaddık
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 181 |
o
TuzunCu
S
öz
iz’an:
basiret, anlayış.
kâinat:
evren, yaratılmışların tü-
mü.
mahiyet:
bir şeyin iç yüzü, aslı,
esası hakikati.
mahiyet-i beşeriye:
insanlığın
gerçek yüzü, insanlık gerçeği.
malûmat:
bilgi.
mana-i harfi:
bir şeyin kendisini
değil de sanatkârını, ustasını, sahi-
bini bilip tanıtan mana.
mizan:
ölçü, terazi.
mizanülhararet:
termometre.
mizanülhava:
barometre.
muhit:
kapsamlı, her tarafı kuşa-
tan.
musaddık:
tasdik edici, doğrulayı-
cı.
mutlak:
kayıtsız, sınırsız.
münderiç:
içine konulmuş, yerleş-
tirilmiş.
nefis:
kişinin kendisi.
nevi:
çeşit.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man ve her yerde her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
terbiye etmesi ve beslemesi.
sıfât:
vasıflar, özellikler.
şahsiyet-i âdemiyet:
insanın ger-
çekte olan, yaratılış amacına uy-
gun varlığı, âdemî kimlik.
şer:
kötülük.
şuunat-ı ilâhiye:
Allah’ın hiç kim-
senin benzerini yapamayacağı fiil-
leri, işleri.
şuur:
anlayış, akıl ve idrak.
tahammül:
katlanma, yüklenme.
tarz:
biçim, şekil.
vacibü’l-vücud:
varlığı zorunlu
olan, var olmak için hiç bir sebebe
ihtiyacı bulunmayan Allah.
vahid-i kıyasî:
ölçü birimi.
vücud
-i
insaniyet:
insanın vücu-
du, varlığı.
vücut:
var olma; varlık.
adem:
yokluk.
afakî:
haricî, dışarıdan gelen.
ahval:
hâller.
alet-i inkişaf:
geliştirilebilen
alet, keşif cihazı.
âyine-i misal:
ayna gibi.
beşaret:
müjde.
bihakkın:
hakkıyla.
dahil:
içine girme.
derecat:
dereceler, mertebe-
ler.
dürbün:
uzağı gösteren alet.
eda:
yerine getirme.
elif:
yokluktan varlığa geçilen
hat.
emanet:
başka varlıkların
yüklenmekten çekindiği, fakat
insanın yüklendiği İlâhî görev-
ler.
ene:
benlik; ben duygusu.
esrar:
sırlar.
fail:
işi yapan; yapıcı, usta.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
feyze kabil olma:
iyiliği, hayrı
kabul edebilen.
fiil:
yapılan iş.
hakeza:
bunun gibi.
harfiye:
kendi başına bir an-
lam ifade etmeme.
hayaliye:
hayalî.
hayır:
iyilik.
hissiyat:
hisler, duygular.
hudut:
sınır.
hulle:
elbise.
icat:
var etme, yoktan vücuda
çıkarma, yaratma.
1.
Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Suresi: 9.)