vermişler ve
enaniyet’
i kamçılayıp, şirk derelerinde ser-
best koşturarak, esbapperest, sanemperest, tabiatperest,
nücumperest gibi çok enva-ı şirk taifelerine meydan
açmışlar. İnsaniyetin esasında münderiç olan acz ve za-
af, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubu-
diyetin yolunu seddetmişler. tabiata saplanıp, şirkten ta-
mamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar.
nübüvvet ise, “gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet,
ahlâk-ı İlâhiye ile ve secaya-i hasene ile tahallûk etmek-
le beraber aczini bilip kudret-i İlâhiyeye iltica, zaafını gö-
rüp kuvvet-i İlâhiyeye istinat, fakrını görüp rahmet-i İlâ-
hiyeye itimat, ihtiyacını görüp gına-i İlâhiyeden istimdat,
kusurunu görüp aff-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp ke-
mal-i İlâhîye tesbihhan olmaktır” diye, ubudiyetkârâne
hükmetmişler.
İşte, diyanete itaat etmeyen felsefenin böyle yolu şa-
şırdığı içindir ki, ene kendi dizginini eline almış, dalâletin
her bir nev’ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene’nin başı üs-
tünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup âlem-i insa-
niyetin yarısından fazlasını kaplamış.
İşte, o şecerenin kuvve-i şeheviye-i behimiye dalında
beşerin enzarına verdiği meyveler ise, esnamlar ve âlihe-
lerdir. Çünkü, felsefenin esasında, kuvvet müstahsendir;
hatta, “elhükmü lilgalip,” bir düsturudur. “galebe eden-
de bir kuvvet var”; “kuvvette hak vardır” der.
(HaşİYe)
zul-
mü manen alkışlamış, zalimleri teşci etmiştir ve cebbar-
ları ulûhiyet davasına sevk etmiştir.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 187 |
o
TuzunCu
S
öz
itimat:
güvenme.
kemal-i ilâhiye:
Allah’ın sonsuz
mükemmelliği.
kudret-i ilâhiye:
Allah’ın kudreti.
kuvve-i şeheviye-i behimiye:
hayvanî olan şehvet duygusu.
kuvvet-i ilâhiye:
Allah’ın gücü.
manen:
manevî olarak.
münderiç:
içinde yer alan.
müstahsen:
herkesin güzel gör-
düğü.
naks:
eksik ve noksanlık.
neşvünema:
büyüme, gelişme.
nev’:
çeşit.
nübüvvet:
peygamberlik.
nücumperest:
yıldızlara tapanlar.
rahmet-i ilâhiye:
Allah’ın sonsuz
merhameti.
sanemperest:
puta tapan.
secaya-i hasene:
güzel huylar.
seddetmek:
kapamak, tıkamak,
perde çekmek.
şecere:
ağaç.
şecere-i zakkum:
cehennemdeki
günah ağacı.
şirk:
küfür, inkâr, eş koşma.
şükür:
iyiliğe minnettar olma ve
teşekkür etme.
tabiat:
kâinat ve içindekiler, canlı,
cansız varlıklar, maddî âlem.
tabiatperest:
kâinattaki varlıkların
ve olayların faili olarak tabiatı ka-
bul eden, Allah’a inanmayan, tabi-
atçı.
tahallûk:
ahlâklanma, huy edin-
me.
taife:
topluluk.
tesbihhan:
Allah’ın mükemmel
isim, sıfat ve fiillerini öven, methe-
den.
teşci:
cesaretlendirme.
ubudiyet:
kulluk.
ubudiyetkârâne:
kulluğa yakışır
şekilde.
vazife-i beşeriyet:
insan olmanın
gerektirdiği işler, vazifeler.
zaaf:
âcizlik, zayıflık.
zalim:
zulmeden.
acz:
âcizlik, güçsüzlük; zayıflık.
aff-ı ilâhiye:
Allah’ın affedicili-
ği.
ahlâk-ı ilâhiye:
Allah’ın razı
olacağı davranışlar.
âlem-i insaniyet:
insanlık âle-
mi.
âliheler:
batıl ilâhlar, tanrılar.
beşer:
insan.
cebbarlar:
zorbalar.
dalâlet:
hak yoldan sapkınlık,
inançsızlık.
diyanet:
din.
dizgin:
idare, dümen.
düstur:
prensip, kural.
düstur-i nübüvvet:
peygam-
berlik kuralı.
elhükmü lilgalip:
hüküm galip
ve kuvvetli olanındır.
enaniyet:
benlik.
ene:
ben, benlik.
enva-ı şirk:
şirk çeşitleri.
enzar:
bakışlar, bakmalar, na-
zar etmeler.
esas:
temeller.
esbapperest:
Allah’ı unutup
haddinden fazla vasıtalara te-
sir veren; putperest.
esnam:
putlar.
fakr:
fakirlik; ihtiyaç.
gaye-i insaniyet:
insanlığın
amacı ve hedefi.
gınâ-i ilâhiye:
Allah’ın zengin-
liği.
hak:
doğru.
haşiye:
dipnot.
hükmetmek:
karar vermek.
iltica:
sığınma.
insaniyetin esası:
insanlığın
mahiyetinde, yaratılış amacın-
da bulunan.
istiğfar:
af dileme.
istimdat:
medet ve yardım is-
teme.
istinat:
dayanma.
HaşİYe:
düstur-i nübüvvet, “kuvvet haktadır; hak kuvvette değildir”
der, zulmü keser, adaleti temin eder.