İman ve Küfür Muvazeneleri - page 193

evet, şeytanlar, güya
ene’
nin gaga ve pençesiyle din-
siz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp, dalâlet dere-
lerine atıp dağıtmıştır.
Küçük âlemde
ene
, büyük âlem-
de
tabiat
gibi tağutlardandır.
p
In
hr
ôo
©r
dÉp
H n
?°n
ùr
ªn
à°r
SG p
ón
?n
a $Ép
H r
øp
er
D
ƒ o
jn
h p
äƒo
ZÉs
£dÉp
H r
ôo
Ø`r
µ n
j r
øn
ªn
a
(1)
@ l
º«/
?n
Y l
™«/
ª°n
S *Gn
h Én
¡n
d n
?ɰn
üp
Ør
fG n
’ ?'
?r
Ko
ƒr
dG
geçen hakikati tenvir edecek bir seyahat-i hayaliye su-
retinde nimmanzum olarak
lemaat
’ta yazdığım bir vakıa-i
misaliyenin mealini şurada zikretmeye münasebet geldi.
Şöyle ki:
Bu risalenin telifinden sekiz sene evvel, İstanbul’da,
ramazan-ı Şerifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulu-
nan eski said’in Yeni said’e inkılâp edeceği bir hengâm-
dadır ki, Fatiha-i Şerifenin ahirinde
(2)
@n
Ú
u
dBɰs
†dG n
’n
h r
ºp
¡r
«n
?n
Y p
܃o
°†r
¨n
Ÿr
G p
ôr
«n
Z r
ºp
¡r
«n
?n
Y n
âr
ªn
©r
fn
G n
øj/
òs
dG n
•Gn
öp
U
ile işaret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vakıa-i
hayaliye, bir hâdise-i misaliye, rüyaya benzer bir hâdise
gördüm ki:
kendimi bir sahra-i azîmede görüyorum. Bütün zemi-
nin yüzünü karanlıklı, sıkıcı ve boğucu bir bulut tabakası
kaplamış. ne nesim var, ne ziya, ne âb-ı hayat–hiçbirisi
bulunmuyor. Her tarafı canavarlar, muzır ve muvahhiş
mahlûklarla dolu olduğunu tevehhüm ettim. kalbime
geldi ki: “Şu zeminin öteki tarafında ziya, nesim, âb-ı ha-
yat var. oraya geçmek lâzım.” Baktım ki, ihtiyarsız sevk
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 193 |
o
TuzunCu
S
öz
meslek-i felsefe:
felsefe yolu.
muvahhiş:
yabancı, ürkütücü.
muzır:
zararlı.
münasebet:
bağlantı, ilişki.
nesim:
hoş bir esinti.
nimmanzum:
yarı şiir tarzında.
risale:
kitapçık.
sahra-i azîme:
büyük bir ova.
sevk:
gönderme.
seyahat-ı hayaliye:
hayali yolcu-
luk.
suret:
biçim.
tağut:
heva ve hevesi rehber edi-
nerek insanı yoldan çıkaran, zul-
me ve küfre götüren her şey.
telif:
yazım.
tenvir:
aydınlatma.
tevehhüm:
kuruntu.
vakıa-i misaliye:
örnek olay.
vakıa-i hayaliye:
hayale dayalı
olay.
yeni said:
1918 yılından sonraki
devre.
zemin:
yer.
zikretmek:
anmak, belirtmek.
ziya:
ışık.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âlem:
dünya, kâinat.
dalâlet:
sapıklık, doğru yoldan
ayrılma.
ene:
ben, benlik.
eski said:
Bediüzzaman’ın
1918 yılına kadar yaşadığı de-
vir.
güya:
sanki.
hâdise:
olay.
hâdise-i misaliye:
misalî bir
hâdise şeklinde.
hakikat:
gerçek.
hengâm:
zaman, an.
ihtiyar:
irade, istek.
inkılâp:
değişim.
mahlûkat:
varlıklar.
meal:
anlam.
1.
Kim insanları Allah’ın yolundan saptırıp isyana sürükleyen ve birer ma’bud gibi kıymet ve-
rilen tağutları reddeder ve Allah’a iman ederse, işte o, kopmaz ve kırılmaz, sapasağlam bir
kulpa yapışmıştır. Allah ise her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara Su-
resi: 256.)
2.
Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan salih
kullarının yoluna ilet—gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil. (Fatiha Su-
resi: 7.)
1...,183,184,185,186,187,188,189,190,191,192 194,195,196,197,198,199,200,201,202,203,...412
Powered by FlippingBook