İman ve Küfür Muvazeneleri - page 186

İşte, şu parlak nuranî, güzel yüz, hayattar ve manidar
bir çekirdek hükmüne geçmiş ki; Hâlık-ı zülcelâl, bir şe-
cere-i tuba-i ubudiyeti, ondan halk etmiştir ki, onun
mübarek dalları âlem-i beşeriyetin her tarafını nuranî
meyvelerle tezyin etmiştir. Bütün zaman-ı mazideki zulü-
matı dağıtıp, o uzun zaman-ı mazi felsefenin gördüğü gibi
bir mezar-ı ekber, bir ademistan olmadığını, belki istikba-
le ve saadet-i ebediyeye atlamak için ervah-ı âfilîne bir
medar-ı envar ve muhtelif basamaklı bir mirac-ı münev-
ver ve ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan ve dünyadan
göçüp giden ruhların nuranî bir nuristanı ve bir bostanı
olduğunu gösterir.
İ
kİncİ vEcİH
ise, felsefe tutmuştur. Felsefe ise,
ene’
ye
mana-i ismiyle bakmış. Yani, “kendi kendine delâlet
eder” der; manası kendindedir, kendi hesabına çalışır,
hükmeder. Vücudu aslî, zatî olduğunu telâkki eder. Yani,
“zatında bizzat bir vücudu vardır” der; bir hakk-ı hayatı
var, daire-i tasarrufunda hakikî maliktir zu’meder. onu
bir hakikat-i sabite zanneder. Vazifesini, hubb-i zatından
neş’et eden bir tekemmül-i zatî olduğunu bilir ve hakeza,
çok esasat-ı fasideye mesleklerini bina etmişler.
o esasat ne kadar esassız ve çürük olduğunu sair risa-
lelerimde ve bilhassa sözlerde, hususan on İkinci ve Yir-
mi Beşinci sözlerde kat’î ispat etmişiz. Hatta, silsile-i fel-
sefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhîleri olan
eflâtun ve Aristo, İbni sina ve Farabî gibi adamlar, “İnsa-
niyetin gayetü’l-gayatı,
teşebbüh-i bilvacip
’tir, yani Vaci-
bü’l-Vücud’a benzemektir” deyip, firavunâne bir hüküm
ademistan:
yokluk, hiçlik yeri.
âlem-i beşeriyet:
insanlık âlemi.
aristo:
(MÖ: 384-245) Eflâtun’un
talebesi. Felsefeyi sistemleştiren
filozof.
aslî:
en evvelki, bir şeyin kendisi
ile ilgili olan, katma olmayan.
bina etmek:
yapmak, üzerine kur-
mak.
dâhî:
harika zekâ ve anlayış sahibi.
daire-i tasarruf:
idare ve hükmet-
tiği yerler.
delâlet:
işaret, delil olma.
eflâtun:
(MÖ: 429-347) Yunan filo-
zofu, Socrates’ın talebesi.
ene:
ben, benlik.
ervah-ı âfilîn:
fânî, gelip geçici
ruhlar, ölümlü ruhlar.
esasat:
esaslar, prensipler.
esasat-ı faside:
bozuk prensipler,
yanlışa götüren esaslar.
esassız:
temelsiz.
farabî:
(MS: 870-950) Aristo’nun
takipçisi olan İslâm bilgini.
fert:
kişi.
firavunâne:
Firavun gibi.
gayetülgayat:
asıl amaç, nihaî ga-
ye.
hakeza:
bunun gibi.
hakikat-i sabite:
değişmez ger-
çek.
hakikî:
gerçek.
hakk-ı hayat:
hayat hakkını iste-
diği gibi kullanma.
halk etmek:
yaratmak.
Hâlık-ı zülcelâl:
kudret ve azamet
sahibi yaratıcı Allah.
hayattar:
canlı.
hubb-i zat:
kendi şahsını sevme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüküm:
değer; karar verme.
ibni sina:
(MS: 950-1008) Eflâ-
tun’un mesleğini takip eden filozof
ve bilgin.
ispat:
kanıtlama.
istikbal:
gelecek.
kat’î:
kesin.
malik:
sahip.
mana-i isim:
bir şeyin bizzat
kendisine bakan ve kendisini
tanıtan manası.
manidar:
anlamlı.
medar-ı envar:
nurlanmaya
sebep ve vasıta.
meslek:
yol, sistem.
mezar-ı ekber:
büyük mezar.
mirac-ı münevver:
nurlu mi-
raç.
muhtelif:
pek çok, ayrı ayrı.
mükemmel:
tam, en olgun.
neş’et etmek:
doğmak, mey-
dana gelmek, yetişmek.
nuranî:
nurlu.
nuristan:
nur memleketi.
saadet-i ebediye:
ebedî huzur
ve saadet.
sair:
diğer.
silsile:
zincir
silsile-i felsefe:
felsefe mesle-
ği, zinciri, akımı.
şecere-i tuba-i ubudiyet:
kul-
luğun kökleri cennette dalları
dünyada olan ibadet ağacı.
tekemmül-i zatî:
kendi kendi-
ne gelişen, olgunlaşan.
telâkki:
zannetme.
teşebbüh-i bilvacip:
Yüce Al-
lah’a benzemek anlamında bir
felsefî tabir.
tezyin:
süsleme.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve vacip olan, başkasına muh-
taç olmayan Allah.
vecih:
yön.
vücut:
var olma.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
zatî:
kendine ait.
zulümat:
karanlık.
zu’m:
zan.
o
TuzunCu
S
öz
| 186 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
1...,176,177,178,179,180,181,182,183,184,185 187,188,189,190,191,192,193,194,195,196,...412
Powered by FlippingBook