Şu kitabın hey’et-i mecmuasında öyle parlak bir nizam
var ki, nazzamı güneş gibi içinde tecelli ediyor. Her keli-
mesi, her harfi birer mu’cize-i kudret olan bu kitab-ı kâ-
inatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı tabiiye,
farzımuhal olarak muktedir birer fail-i muhtar olsalar, yi-
ne kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek,
(1)
o
º«/
µn
?r
G o
õj/
õn
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G BÉ n
æn
d n
In
Qr
óo
b n
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
diyeceklerdir.
Her bir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır.
Ve her harfi, bahusus zîhayat bir harfi, bütün cümle-
lere karşı müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü var
olan bu kitabın öyle bir muzaaf iştibak-ı tesanüd-i nazmı
vardır ki, bir noktayı yerinde icat etmek için bütün kâina-
tı icat edecek bir kudret-i gayr-i mütenahi lâzımdır. de-
mek,
sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk
etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i Şem-
siyeyi de o tanzim etmiştir.
Sünuhat
’ın dokuzuncu sayfasında,
(2)
m
In
óp
MGn
h m
¢ùr
Ø`n
æ`n
c s
’p
G r
ºo
µ
o
ã`r
©n
H n
’n
h r
ºo
µ`o
?r
?n
N Én
e
ayetinin sırrına müracaat et, yalnız şu kitabın küçük bir
kelimesi olan bal arısını gör: nasıl şehd-i şehadet o
mu’cize-i kudretin lisanından akıyor! Veyahut şu kitabın
bir noktası olan hurdebinî bir huveynat ki, çok defa
büyülttükten sonra görünür. dikkat et, nasıl mu’ciznü-
ma, hayretfeza bir misal-i musağğar-ı kâinattır! sure-i
Yâsin, suret-i lâfz-ı “yâsin”de yazıldığı gibi, cezaletli,
mu’ciz bir nokta-i camiadır. onu yazan, bütün kâinatı da
iştibak-ı tesanüd-i nazım:
ölçü ve
düzenin dayanışmalı iç içeli€i, gi-
riftli€i.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kemal-i acz:
aczin son derecesi,
tam güçsüzlük, tam âcizlik.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kudret-i gayr-i mütenahi:
bitme-
yen, sonu gelmeyen güç, kuvvet.
lisan:
dil.
manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona ba€lı olan gezegenler sistemi,
Güneş Sistemi.
misal-i musa€€ar-ı kâinat:
kâina-
tın küçültülmüş örne€i.
mu’ciz:
insanı aynısını veya ben-
zerini yapmaktan âciz bırakan iş.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı Hakkın
kudretinin mu’cizesi.
mu’ciznüma:
mu’cizeli, mu’cize
gösteren.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müracaat:
başvurma, danışma.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
muzaaf:
kat kat, iki misli.
nazır:
bir yüzü bir tarafa bakan,
yönelik.
nazzam:
en iyi düzenleyen, en gü-
zel nazmeden, en güzel tanzim
eden.
nizam:
düzen, tertip; düzgünlük.
nokta-i camia:
toplanma nokta-
sı; her şeyi bir araya getirebilen
nokta.
secde:
baş e€me, başı yere koy-
ma.
şehd-i şehadet:
“şehadet şerbe-
ti” gibi tatlı ve yüksek olan bal gi-
bi ifadeler.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sure-i Yâsin:
Yâsin Suresi. Kur’ân-
ı Kerîm’in 36. suresi. Mekke’de na-
zil olmuştur. 83 ayettir.
suret-i lâfz-ı “yâsin”:
“yâsin” keli-
mesinin resmi, foto€rafın.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
telif:
eser yazma.
zîhayat:
hayat sahibi.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bahusus:
hususiyetle, en çok,
hele.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve gü-
zel ifade.
esbab-ı tabiiye:
tabiî, ola€an
sebepler.
fail-i muhtar:
istedi€ini yapan,
kendi iradesiyle faaliyette bu-
lunan, hakikî müessir.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
halk:
yaratma, yoktan var et-
me.
hayretfeza:
hayret veren,
hayreti arttıran.
hey’et-i mecmua:
genel yapı,
şekil; bütün bölümler ve bi-
rimler.
hurdebinî:
gözle görülmeye-
cek derecede küçük, mikros-
kobik.
huveynat:
mikroplar.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 399 |
n
okTa
1.
Seni noksanlıktan tenzih ederiz. Bizim hiçbir gücümüz yok. İzzet ve hikmet sahibi Sensin.
2.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Su-
resi: 28.)