dedim:
“Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihti-
mal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir
neharı vardır.”
dedi:
“İslâm parça parça olmuş.”
dedim:
“tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstait bir
veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İs-
lâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesin-
den ders alıyor. kafkas ve türkistan, İslâm’ın iki bahadır
oğullarıdır; rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâa-
hir…
“Yahu, şu asilzade evlât, şahadetnamelerini aldıktan
sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil
pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını, âfak-ı kemalâtta te-
mevvüç ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin
inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân
edecektir.”
İşte hikâyemin yarısı bu kadar.
“neme lâzım” ve “nefsî, nefsî!” dediren hâlet-i ruhi-
yeyi bir temsil ile beyan edeceğim:
âdil:
adaletli olan.
afak-ı kemalât:
mükemmellik
ufukları.
asilzade:
soylu bir nesilden, temiz
ve asil olan.
bahadır:
cesur, yiğit, kahraman.
beyan etmek:
anlatmak, açık söy-
lemek, bildirme, izah.
ders:
bir ilim veya sanatı öğret-
mek maksadıyla verilen düzenli
bilgi.
evlât:
çocuk, çocuklar.
felek:
talih, baht.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh hâli,
psikolojik durum, insanın manevî
hâli, iç durumu.
hikâye:
olması mümkün olayları
anlatma.
hikmet-i ezeliye:
Cenab-ı Hakkın
akıl erdirilemeyen gizli tecellileri.
ihtimal:
olabilirlik, gerçekleşebilir-
lik.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
ilân etmek:
meydana çıkar-
mak, belli etmek, yaymak, du-
yurmak.
inadına:
rağmen.
kader-i ezelî:
her şeyin kay-
dedildiği ezelî program.
mahdum:
oğul, evlât.
mekteb-i harbiye:
harb oku-
lu.
mekteb-i idadî:
Osmanlılarda
şimdiki lise düzeyinde ortao-
kul.
mekteb-i mülkiye:
siyasal bil-
giler okulu.
muhteşem:
ihtişamlı, gör-
kemli, şanlı.
müstait:
akıllı, anlayışlı, zeki,
becerikli.
nazarında:
nezdinde.
nefsî nefsî:
sadece kendini
düşünmeyi ve kendisi ile alâ-
kalı olmayı ifade eden bir söz.
nehar:
gündüz.
neme lâzım:
“beni ilgilendir-
mez” anlamında bir ifade.
nev-i beşer:
insanlık.
peder:
baba, ata.
sır:
insanın aklının erişemediği
İlâhî hikmet.
şahadetname:
bir okulun biti-
rildiğine dair verilen resmî bel-
ge, diploma.
tahsil:
ilim öğrenmek, bilgi
edinmek, öğrenim.
talim:
askerî eğitim.
temevvüç ettirmek:
dalga-
landırmak.
temsil:
misal getirmek, mesel
anlatmak.
velet:
çocuk, evlât, oğul.
yahu:
hey baksana, bana bak.
zeki:
akıllı.
d
evaü
’
l
-Y
eis
| 390 |
Eski said dönEmi EsErlEri