elbette çok çalışıyorlar. Ve İslâmiyet ve kur’ân aleyhin-
deki hariçteki cereyanlar elbette dâhilde bazılarını bulmuş-
lar ki, kur’ân lehinde cidden çalışanları uçurmak, kaçır-
mak, evham vermek gibi propagandalarla hakiki fedakâr
olmayan veya dünya ile ve fazla dostlar ile alâkadar olan-
ları evhamlandırıyorlar. Ve nurcuların da kuvve-i mane-
viyelerini kırmaya çalışıyorlar.
SaidNursî
ì®í
Œ
2 7 1
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Ben size bugün mektup yazacaktım. ziyade rahatsızlı-
ğım sebebiyle telâşta iken, aynı dakikada Mustafa gül ve
İbrahim gül geldiler. Hem bana ilâç, hem teselli, hem bü-
yük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşi-
mi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyo-
rum. onlar birer said olarak benim bedelime sizi ziyaret
ve tebrik edip sair şeylerimi de size beyan etsinler.
SaidNursî
ì®í
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
aleyh:
karşı, karşıt.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bedel:
yerine, adına, namına.
beyan:
anlatma, açıklama.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
| 580 | Emirdağ Lâhikası – ıı
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
dâhil:
içeri, iç.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dışarıda.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
leh:
onun tarafına, ondan
yana, birinin faydası için yapı-
lan hareket.
mübarek:
feyizli, bereketli.
propaganda:
bir inanç, dü-
şünce, doktrin vb. ni başkala-
rına tanıtmak, benimsetmek
amacını güden ve çeşitli vası-
talarla yapılan faaliyet.
sair:
diğer, başka, öteki.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
vekil:
yardımcı, yerine bakan.
vesile:
bahane, sebep.
Ziyade:
çok, fazla.