Sani yen:
Yeni ehl-i hükûmet yavaş yavaş anlıyor ki,
hakiki kuvvet kur’ân’dadır. Ve İslâmiyet uhuvvetiyle ve
imanın hakaikıyla tahribatçı düşmanlara karşı dayanabi-
lirler.
evet, bir tahripçi, yirmi tamirciyi telâşa düşürür ve ba-
zen mağlûp edebilir. koca Çin’i kendine tâbi yapan bir
kuvveti, buradaki yirmi milyon Müslümana karşı âdetâ
mağlûp bir vaziyette tecavüzden durduran, maddî kuvvet-
ler, haricî-dâhilî tedbirler, ittifaklar değil, belki yalnız
kur’ân ve imanın hakikatleri, onların en büyük kuvveti
olan maneviyat-ı kalbiyeyi tahribatlarına karşı sed çekme-
si ve manevî yaralarını tedavi etmesidir. Ve yeni hükûme-
tin Maarif Vekili bu hakikati hissetmiş ki, seleflerine
muhalif olarak, en ziyade iman hakikatlerinin neşrine, din
derslerine ehemmiyet veriyor. Hatta büyük bir ehemmi-
yetle, şimdi de Şark dârülfünunu –tabirlerince doğu üni-
versitesi– için yüz bin lira tahsis edildiğini gazeteler yaz-
mış.
Hem, mezkûr hakikati, hem Ankara, hem İstanbul üni-
versiteleri, o dehşetli, tahribatçı kuvvete karşı hem vata-
nı, hem gençliği kurtaracak hakaik-ı kur’âniye ve imani-
ye olduğunu kat’iyen bildiler ki, Ankara’daki üniversiteli-
ler 1700 imza ile Maarif Vekilinin din derslerini cebrî
mekteplere koyması için tebrik etmişler. Ve İstanbul üni-
versitesinde yeni hükûmetin en mühim bir rüknüne de-
mişler ki:
âdeta:
sanki.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
cebrî:
zorunlu olarak.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile il-
gili.
dârülfünun:
üniversite.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i hükümet:
hükümete men-
sup kimseler, milleti idare eden-
ler.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
| 584 | Emirdağ Lâhikası – ıı
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
iman:
inanç, itikat.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
maarif:
eğitim, öğretim, talim
ve terbiye sistemi.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maneviyat-ı kalbiye:
kalbin
manevî hisleri, lâtifeleri.
mektep:
okul.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhalif:
zıt, aykırı.
mukabil:
karşılık.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
neşir:
yayım, yayın.
rükün:
bir topluluğun en
önemli ve kuvvetli fertlerin-
den her biri.
saniyen:
ikinci olarak.
selef:
önce geçen; bir yerde,
bir işte, bir hâl ve mevkide di-
ğerinden önce bulunmuş olan
kimse.
set:
mani, perde, engel.
Şark:
doğu.
tâbi:
bağlı, uyma.
tabir:
ifade; deyim.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahsis:
ayırma, ödenek verme.
tamir:
onarma, düzeltme.
tecavüz:
saldırma, sınırını
aşma.
tedbir:
önlem, yol, çare.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
vaziyet:
durum.
vekil:
nazır, bakan.
ziyade:
çok, fazla.