kıldırmak hikmetiyle üç defa hapse girdiler. rahmet-i İlâ-
hiyeden kuvvetli ümit ederim ki, hapislerin tam bir afla
çıkmasına bir alâmet olduğuna kuvvetle ümit ve müjde
ediyorum. Çok defa çok adamlara bu tesellîyi veriyordum.
Cenab-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki, kahraman demok-
ratlar o ümit ve ihbarlarımı tasdik ettirip, keyfî, tarafgirâ-
ne bazı kanunların bahanesiyle ve garazkâr bazı memur-
ların tarafgirlik hesabına bahanelerle ezilen çok masum
mahpusları azaptan kurtarmaya vesile oldular. Ve mille-
tin cür’etkâr kısmını kendine ve asayişe taraftar ettiler. o
vesile ile, pek çok mahpuslar nurlara ve nurculara cid-
den alâkadarlık sebebiyle tamamıyla ıslah-ı hâl edip, va-
tan ve millete değil muzır, belki birer hizb ve uzv-i nafi
hükmüne geçtiler.
SaidNursî
ì®í
Œ
2 6 7
œ
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(2)
Ék
ªp
FGn
O Gk
ón
HG o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µr
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
Çok sevgili üstadımız efendimiz!
“risale-i nur imha edilmez” diye yazılan ayn-ı hakikat
parçayı Başbakan, Adliye Bakanına ev adresleriyle yine
diğer bakanların da resmî adreslerine gönderdik. görüş-
tüğümüz mebuslara, veriyoruz. Hepsi de bu hususta
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
cür’etkâr:
cesur, cesaretli, yiğit,
delikanlı, atılgan, gözü pek.
defa:
kere, kez, yol.
garazkâr:
kinli, düşmanlık güden,
garazı olan, kötü kasıt sahibi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi.
hizb:
takım, birkaç kişilik arkadaş
takımı, fırka, bölük.
husus:
mevzu, konu.
hükmüne:
yerine, değerine.
ıslah-ı hâl:
kendi hâlini ıslah etme,
düzeltme.
ihbar:
haber verme, bildirme.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
keyfî:
kanuna uymayarak,
keyfe, arzuya bağlı.
mahpus:
hapsedilmiş olan, tu-
tuklu.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
mebus:
milletvekili.
muzır:
zararlı, zarar veren.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
resmî:
devlet adına olan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
tarafgir:
bir tarafı tutan, bir ta-
rafı destekleyen, taraflı.
tarafgirâne:
taraf tutarcasına,
bir tarafı destekleyerek.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
uzv-i nafi:
faydalı uzuv.
vesile:
bahane, sebep.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı ebedî olarak daima üzerinize olsun.
| 570 | Emirdağ Lâhikası – ıı