bulunmasından, hatta en korkağı da kahramancasına ru-
hunu yavrusuna feda eder. Ve bu zamanda o kıymettar
valideler ve hemşireler, büyük bir hâdise ile karşılaşıyor-
lar. Mahremce ve ifşası münasip olmayan bir hakikat-i fıt-
riyesini, nur Şakirtlerinden mücerret kalmak isteyen ve-
ya mecbur kalan kızlar kısmına beyan etmek lâzım gelir
diye ruhuma ihtar edildi. Ben de derim ki:
Kızlarım,Hemşirelerim!
Bu zaman, eski zamana benzemiyor. terbiye-i İslâmi-
ye yerine terbiye-i medeniye, yarım asra yakın hayat-ı iç-
timaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir
refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve
sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâ-
zım gelirken; o bîçare zaifeyi daim tahakküm altında, yal-
nız dünyevi, muvakkat gençliğinde sever. ona verdiği ra-
hatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. eğer şer’an
“küfüv” tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-i
şer’iye nazara alınmadığından, hayatı daima azap içinde
geçer. kıskançlık da müdahale ederse daha berbat olur.
İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var:
B
irisi
:
tenasülün devamı için, hikmet-i İlâhiyece o fıt-
rî hizmete bir ücret olarak bir fıtrî meyil ve şevk vermiş.
Hâlbuki o zevk, on dakikada bir lezzet verse de, eğer
meşru ise, erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat ka-
dın, on dakikalık o zevk için, on ay çocuğu kendi vücu-
dunda zahmetini çekmekle, on sene çocuğun hayatına
Emirdağ Lâhikası – ıı | 567 |
Nur:
Risale-i Nur.
refika-i hayat:
hayat arkadaşı.
saadet-i hayat-ı dünyeviye:
dünya hayatındaki mutluluk.
sair:
diğer, başka, öteki.
sevk:
yöneltme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer’an:
şeriata göre, şeriat bakı-
mından, şeriatça.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tabir:
demek, ifade etmek.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma.
tenasül:
üreme, birbirinden doğup
üreme, nesil yetiştirerek çoğalma.
terbiye-i islâmiye:
İslâmî terbiye.
terbiye-i medeniye:
maddeci Batı
medeniyetinin verdiği eğitim.
valide:
ana, anne.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zaife:
zayıf, güçsüz (kadın).
asır:
yüzyıl.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı.
berbat:
fena, kötü.
beyan:
anlatma, açıklama.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
daim:
devam eden, devamlı,
sürekli.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
feda:
uğruna verme.
fıtrî:
tabiî, doğal.
hâdise:
olay.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hikmet-i ilâhiye:
Allah’ın hik-
meti, mahlûkatın yaratılışında
Allah’ın gayeleri.
hizmet:
görev, vazife.
ifşa:
duyurma, gizli bir şeyi
yayma.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
izdivaç:
evlenme, birbirine eş
olma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
küfüv:
eş, denk, benzer.
mahremce:
hususiyet arz
eden, samimî olarak.
medar:
sebep, vesile.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
güçlük, zorluk.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın
müsaade ettiği şey.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
misil:
kat; eş.
muhafaza:
koruma.
muvakkat:
geçici.
mücerret:
evlenmemiş, bekâr.
müdahale:
karışma.
münasip:
uygun.
nazar:
bakış, dikkat.