Eğer lâik Cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim.
Tarihçe-i Hayat, s. 421
*
Nasıl ki hükûmet-i Cumhuriye “dini dünyadan tefrik edip bîtarafâne kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere dinsizlikleri için ilişmediği gibi, dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.
Tarihçe-i Hayat, s. 256
*
Nev-i beşerde hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde, hemen umumiyetle hükümferma hürriyet-i vicdan düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak, sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz?
Mektubat, s. 507
*
Eğer faraza, lâik Cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî Cumhuriyetin prensiplerine muâraza ediyor.”
Elcevap: Hükûmetin lâik Cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktâr-ı cihanda nerede Türk varsa Müslümandır.
Tarihçe-i Hayat, s. 247
*
Hem bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi,
vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem lâik Cumhuriyet prensibiyle bîtarafâne kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahanelerle ilişmemek gerektir.
Tarihçe-i Hayat, s. 234
*
Evet, evvelâ, başta "Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, iman küfürden iyice ayrılmıştır. (Bakara Suresi: 256.)" cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der: “Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile, dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor. Ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil, manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü dindeki rüşd ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak” diye haber verip, bir lem’a-i i’caz gösterir.
Şuâlar, s. 296
LÛGATÇE:
aktâr-ı cihan: cihanın her tarafı.
asr-ı hürriyet: hürriyet asrı.
bîtaraf: tarafsız.
hürriyet-i vicdan: vicdan hürriyeti.
istihfaf: hafife alma.
istihkar: hakir görme, küçümseme.
lâdinî: din dışı.
nev-i beşer: insan nevi, insanoğlu.
sefahetçi: haram eğlencelere düşkün olan.
tefrik etmek: ayırmak.