"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Küfür, şeytan ve tövbeye başka bir açıdan bakış

Osman KOYUNCU
19 Ekim 2015, Pazartesi
On Üçüncü Lem’a’yı okurken, Altıncı İşaret’te dikkatimi çeken bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim.

Bediüzzaman, küfür, tövbe ve şeytan arasındaki mukayeseyi, insanların karakterlerine göre yapıyor ve nasıl kurtulacaklarını anlatıyor. 

İnsanları üç ana gruba ayırıyor burada: Kalp ayağı ile ilerleyenler, akıl ayağı önde olanlar ve hisleri ile hareket edenler. Cemaat içinde kalp ayağı ile yürüyenler olduğu gibi, diğer insanlar arasında da kalp ayağı ile yürüyen bir kesim vardır. Her insanda da bu üç gruptan özellikler aynı anda bulunabilir, yer ve zamana göre birbirlerine galebe çalabilirler.

Kalp kişilerin aynasıdır, sen bir kişiyi seviyorsan muhakkak o da seni seviyordur, çünkü senden nefret eden birini sevmen mümkün değildir. Birinden nefret ediyorsan da, bil ki o da senden nefret ediyordur. Senin birini sevmen, onun kalp ayinesindeki senin sevginin yansımasıdır. (Şehvânî sevmekler müstesna). 

Şeytan bu çeşit kalp ayağı ile ilerleyen safi kalp insanlara kalp ayinelerinde yansıyan ve çoğu kez iradeleri dışında olan, hayal ettikleri küfrü gerçek küfür olarak gösterir. O safi kalp insan, gerçekten kalbinin bozulduğunu ve gerçekten küfre girdiğini sanır. Yani bir erkeğin “Şu kadın benim olsa” diye kalp ayinesinde yansıyabilir, o ses onun kalbinden değil de vesvese şeklinde kalbe yakın şeytanın yuvasından gelir, verilen vesveseye kulak tıkamalı, o hayalî şey ile uğraşmamalıdır. Hayallerin de mükâfat ve cezaları vardır. Gerçekten o pis hayalle uğraşırsa, büyük zarara uğrar. Bediüzzaman, mealen bu çeşit insanlara ayinedeki yılan ve akrebin ısırmayacağını, bağırsaklarındaki pisliğin taharete mani olmayacağını, ayinede yansıyan ateşin gerçekten yakmayacağını anlatarak o çeşit insanları vesveseye düşmekten kurtarıyor. “Nasıl olsa küfre girdim, gerçekten de küfre gireyim” demelerinin önünü alıyor.  

Bediüzzaman, akıl ayağı önde olanlar, her şeyi aklı ile ölçüp tartanlar için de aklî deliller öne sürüyor. Bir şeyin zatında mümkün olabilen birçok ihtimalin bulunmasının, o şeyin mahiyeti hakkındaki kesin bilgiye zarar vermeyeceğini söylüyor. (Lem’alar, s. 217) Peygamberimiz (asm) bir insan olması hasebiyle, bir insanın yapabileceği hata çeşitlerini onun da yapmasının mümkün olduğunu düşünen insan, eğer kalbinin bozulduğunu sanırsa, o zaman zarara uğrar. Bir kuş, yumurtadan çıktıktan ve harika bir kuş olduktan sonra, o kuşun özellikleri kabuğunda aranmaz. Akla bir şüphe gelirse, kafamızı kaldırıp harika olan kuşa nazarımızı çevirmeliyiz. Peygamberimiz (asm) hakkında şüphede, âlimlerin ve asfiyaların bu konudaki düsturlarına müracaat etmeli, Peygamberimizin (asm) Mi’rac’da Allah ile olan konumu, Cebrail ile konuşmaları vs. hayalde canlanmalı, o durumdan kurtulmalıdır. 

Çoğunluğu oluşturan üçüncü grup ise, akıl ve kalpten ziyade, hisleri ile hareket eden insanların durumudur ve en vahimi de budur. Hislerinin etkisi ile yaptıkları işlerin ve hislerine kapılmalarının cezalarının bulunduğunu bilmelerine rağmen bu hislerinin peşinden şuursuzca koşmalarıdır. Her normal insanda bu hisler bulunabilir, fakat bazıları bu hisleri kontrol edemezler ve bu hislerinin peşinden sürüklenirler. “Hem insanın letâifi içinde teşhis edemediğim bir iki lâtife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de mesuliyet altına da giremezler. Bazen o lâtifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. 

O vakit şeytan o adama telkin eder ki: ‘Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin seni şekavete mahkûm etmiştir.’ O biçare adam ye’se düşüp helâkete gider.” (Lem’alar, s. 218) 

En tehlikeli olanı budur ve toplum için en büyük bir hastalıktır. Çünkü bu hisleri kontrol etmek çok zordur. Bütün cinayetler ve tecavüzler ve daha pek çok olumsuzluklar bu duygulardan kaynaklanmaktadır. İnsanın iradesi dışında oluşan bu duygulardan dolayı işlediği fiillerden mesul olmaması gibi bir fikir akla gelebilir. İnsanı mesuliyete sokan, bu duygu ve hislerden dolayı Allah’a çokça sığınmamasıdır. Her zaman tövbe ile Allah’a sığınırken, bu hislere sahip olanlar ise daha çok Allah’a sığınmalıdır. Allah’ın vaadi vardır, bu duygulardan kendine sığınanları koruyacaktır. Hiç kimse “Ben hislerimin etkisinde değilim” dememeli. Her an ve her zaman bu duygular galip gelebilir. Başkasına sabrı telkin etmek çok kolaydır, zor olan ise uygulamaktır.

Sonuç: Mutezile Mezhebinin “Büyük günahları işleyen nasıl mü’min olarak kalabilir?” sorusuna, ehl-i sünnet ve Bediüzzaman “İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. (...) Şu halde, kebâiri [büyük günahları] işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki [muhakkak] his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.” (Lem’alar, s. 218) diyor. 

Okunma Sayısı: 6165
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı