Yıl 1967. Ankara’da İttihad gazetesinin bürosunda çalışıyorum. Beraberimde Muzaffer Deligöz isminde bir arkadaş vardı. O zaman İlahiyat Fakültesi’nde Hatice Babacan isimli bir öğrenci vardı; başını örttüğünde bu kızımıza fakülte cephe almıştı. Türkiye’de üniversitede okuyan başörtülü kızlarımıza konan olumsuz tavrın ilk örneğiydi bu.
Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Şule Yüksel Şenler’in verdiği konferansı dinleyen Hatice Babacan konferansı dinleyince başını örtmüştü ve kendisine profesör ve doçentlerden Neda Armaner, Bahriye Üçok v.b. öğretim üyeleri karışmışlardı. O da onlara karşı direnmişti.
Biz bu olayı duyunca İttihad’a manşet attık. “İlahiyat’ta baskı var” dedik, başörtüsünü anlattık. Bunun üzerine bu öğretim üyeleri kızı çağırarak azarlamışlar, “Sen fakülte ile ilgili gazetede neden yazı yazdırıyorsun?” demişler. Başkası da bu kıza bakıp örtünmesin diye baskı yapıyorlardı. Bizde bu baskıyı İttihad gazetesinde tenkit ettik. İlahiyat çok rahatsız oldu. Bunun üzerine toplanan öğretim üyeleri Hatice Babacan’ı çağırarak “Sen bizim fakülteyi niye karalıyorsun, gazetede adımıza yazılar çıkıyor” diyorlar. Ben de İttihad bürosunda otururken bir telefon geldi. Arayan Babacan’ın ağabeyi idi, “Kardeşim, biz dini imanı öğrensin diye İlahiyata kızımızı gönderdik, onlar da başörtüsü ile uğraşıyorlar, bu olur mu?” dedi.
Öğretim üyeleri bir oyunun tezgâhını kurmuşlar, plan yapmışlardı. Kapıda bekleyen bir ambulans ile Hatice Babacan’ı hastaneye götürüp deli raporu almak istiyorlardı, tâ ki kimse örtünmeye cesaret edemesin. Nitekim Hatice Babacan’ı ambulansa bindirip götürmüşler. Biz de ekibimizi hastaneye gönderdik, doktor “Siz bu kızın akrabası değilsiniz, niye dolaşıyorsunuz?” diyor, bu arada kızın öz kardeşi geliyor “Allah belânızı versin” diyor. “Ben bu çocuğu İlahiyattan alıyorum, size güvenim yok” diyor. Ekibimiz Hatice Babacan’ı ve ağabeyini alarak İstanbul’a yüksek ihtisas hastanesine gidiyor, buradan bir rapor alınıyor “Hatice Babacan en yüksek zekâya sahiptir” diye. O zaman İstanbul’da yayınlanan Sabah gazetesinin manşetinde bu rapor yayınlanıyor. Bunu gören ilahiyat mensupları temelli çileden çıkıyor. Biz de İlahiyat öğrencileri ile beraber boykot çadırı yapıp direnmeye başladık. Çevremizden çok destek geliyordu.
Gazetedeki yayınlar üzerine İttihad gazetesi 100.000 satış yaptı. 50.000 daha istediler, o baskıyı yapamadık. Bu sefer İlahiyat tekrar harekete geçti, Neda Armaner, Bahriye Üçok ve Prof. Neşet Çağatay Hatice Babacan’ı azarlayarak fakülteden kovmak istiyorlar, kız da üzüntüsünden düşüp bayılıyor. Babasına haber veriyorlar, “Kızınız bayıldı, gelin alın” diye. Biz boykotta iken İlahiyat Fakültesinde namaz kılanları müdafaa eden bir grup talebe disipline verilmişti. Biz de İlahiyatın yönetimi değişsin diye uğraşıyorduk. İlahiyat’ın son katında bir ilahiyat yemekhanesi vardı, çorbamızı orada pişiriyorduk. Günlerimiz böyle çileli geçiyodu. Bu arada İttihad gazetesinin Suudi Arabistan’da baskısını yapıp, bir sefere mahsus dağıtmaya karar verdik. Fiyatı 1 riyal’di. 100.000 baskı yapmıştık. 18 sayfası Arapça, 8 sayfası Türkçe idi.
Sonra Hatice Babacan fakülteden ayrılıp başka bir yerden mezun oldu; o da, biz de kurtulmuş olduk.