17 Kasım 2011, Perşembe
{ BİR DÖNEME IŞIK TUTMAK }
1947’de ilköğretime başladım. Öğretmenler bize iki kişiden çok bahsederlerdi. Bu iki kişi her şeyi yapmış, vatanı kurtarmışlardır. Sanki onların dışındakiler hain sayılıyorlardı. Buna bir anlam veremedim. Koskoca Türkiye’de sadece iki kişi kahraman, diğerleri nasıl vatan haini oluyordu? İki kişi bu ülkeyi tek başına mı kurtarmıştı? Hiç kimse yardım etmemiş miydi yani?
Şiirler okutulurdu. “Hem bilgin, hem kahraman, çok yaşa ona tapan İsmet İnönü” derlerdi. Tıpkı radyolardaki şiirlere benziyordu. Okuduğumuz diğer şiirlerde “Kâbe Arabın olsun bize Çankaya yeter” derlerdi. Bu şiirleri hiç sevmiyordum. Neden okuyorduk ki?
Her gün ders bitiminde okuldan dönerken Aslan Dede adında yaşlı bir amcanın evinin önünden geçerdik. Köyün en bilge kişisiydi. Bize sorardı. “Evlâdım bugün hangi dersi okudunuz?” Biz de cevap verirdik. Bir gün “Karabaş” adlı bir parça okumuştuk. Onu söyledik. Elinde baston olan bu amca, bastonunu taşın üstüne vurarak “Evlâdım, hiç Karabaş adlı ders olur mu? Size daha faydalı bir şey öğretseler olmaz mı?” demişti. Kafam iyice karışmıştı. Bu atmosferde okula gitmedim. Ve devamsızlıktan sınıfta kaldım.
Rahmetli babam köyün muhtarıydı. “Oğlum okula gitmezsen beni hapse atarlar” dedi. Ben de babamın arzusu üzerine okula devam ettim. Bu okulu birincilikle bitirdim. Ortaokula henüz gitmemiştim, ancak öğretmen lisesine kaydımı yaptırdılar. O yıllarda derslerde insanların maymundan geldiklerini anlatıyorlardı. Tabiat derslerinde insanın kendi kendine olduğu, bir yaratıcısının olmadığı anlatılıyordu. Öğretmenler İslâmiyet ve Peygamberimizle (asm) alay ediyorlardı.
Bu arada Kur’ân okumayı bilmiyorduk. Köy imamı bir grup arkadaşa Kur’ân öğretmek istedi. Ne var ki, köyde jandarmalar bizi hem engelliyor, hem de azarlıyorlardı. O da korkusundan Kur’ân öğretmeyi bırakıyordu.
Öğretmen okuluna kaydımı yaptırdığımda 72 öğrenci imtihana girmiştik. Bunlardan iki tanesi kız öğrenciydi. Bunlara torpil yaptılar. Soruların cevaplarını yazdırdılar. Bu iki öğrenci kazanmış oldu. Geri kalan 70 kişi için ise “İmtihanı kaybettiler” diye bilgi verdiler.
Biz o zaman okumaktan soğuduk. Yıl 1957 oldu. Biz de 17 yaşına bastık. İstanbul’a hiç gelmemiştim. Trene bindim, Haydarpaşa’da indim. O gün akşama kadar okuyacağım yeri aradım. Kemerburgaz’a gittim. Fatih Camii’ne döndüm. Öğrenciler dağılmış, köylerine gitmişlerdi. Bu arada Fatih Camii’nin çevresinde bir kundura dükkânında çıraklık yapmaya başladım. Harçlığımı kazandım. O günlerde Gönenli Mehmed Efendi'nin kursları meşhurdu. Oraya gitmeye başladım. Bize itina gösterirdi. Sabah akşam bize çorba ikram ederdi. Ayakları kesik İsmail Efendi de Dülgerzade Camii’nde Kur’ân okuturdu. Ondan da ders alırdık.
Bu arada 1-2 yıl geçmiş oldu. Arapça okumak istedim. Babam da bunu arzu ederdi. Erzurum’a gittim. Orada biraz Arapça okudum. Bu arada askere gittim. Risâle-i Nur’u orada tanıdım.
Hâsılı; diyeceğim o ki, eğitim ecdada düşman olmamalıdır. Tarihe hiç olmamalıdır. Bir dönemi kötülemekle bir yere varılmaz. Cumhuriyet tarihi boyunca bu geçmişi karalama kampanyası devam etti ne yazık ki...
Okunma Sayısı: 1520
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.