“Enformasyonun içinde kaybolan
bilgi nerede? Nerede bilginin
içinde kaybolan bilgelik?”
T.S. Eliot
Yaşamakta olduğumuz bilgi-iletişim-haberleşme devrimi, dünyayı sürekli değiştiriyor. İnsanlar, şirketler, ülkeler her gün daha farklı bir dünyaya uyanıyor. İnternet, uydular, gen teknolojileri, fiber optik bilgi otoyolları, cep telefonları, radyo sinyalleri, dijital teknoloji ve bilgisayarlar sayesinde yepyeni bir çağa adım atıyoruz.
Bilgi, beraberine sanat, kültür ve ekonomiyi de alarak insanlığı kolay kolay öngörülemeyecek bir eşiğe getirdi. Tarih çağları, şimdiye kadar hiç yaşanmamış olayların sınırına gelip dayandı.
Bakalım 21. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde nelere tanık olacağız?
Savaşlar bitecek mi? Çevre kirliliği son bulacak mı? Alkol ve uyuşturucu salgınları durur mu? Dünya barışı kurulabilir mi? Ahlâk erozyonu önlenebilir mi? Fakirlik ve açlık son bulur mu? ‘Anlamsız bir hayat felsefesi’ ile daha ne kadar dayanılabilir? Enformatik kasırganın şiddeti, zalimleri devirmeye yetecek mi?
Bütün bu soruları cevaplamak, aşkın ilhamlardan, semavî aydınlıktan mahrum kalmış kuru mantık ve akıl için çok zordur elbette.
Açıkça söyleyelim:
Bilgi ve iletişim devriminin gittiği yön, daha manevî, daha inanmış, daha ulvî… Semâvî ilhamlara daha açık bir atmosferdir.
11 Eylül 2001’den bugüne yaşanan gelişmelere bakılırsa, bütün dinlere, özellikle de beşerin “din-i fıtrîsi” olan İslâmiyet’e olan ilgi artıyor.
Son yıllarda yaşanan depremlerin, tsunamilerin, çevre felâketlerinin etkisiyle insanlarda Allah’a inanma eğilimi, ibadetlere yönelme, mabetlere olan merak git gide yükseldi.
Bir çok kişi yalnızlaşmadan, yabancılaşmadan bıktı. Tüketim ve silâhlanma çılgınlığından gına geldi. Endüstrileşme, insana aradığı gerçek huzuru vermedi. Alışveriş merkezleri, stadyumlar, insandaki ulvî arayışlara cevap olamadı. Yirmibirinci yüzyılın eğlence ve magazin kültürü, ne yapıp etse de, gerçeğin peşindeki insana cevap vermekte başarısız oldu!
Bütün bunlardan dolayı insanlar, bir kere daha mabedlere yöneldi. Mukaddes kitaplar yeniden gündemin ilk sıralarına yükseldi. Hollywood, İlâhî sırları aralamak isteyen yüzlerce sinema filmi için bütçeler tahsis etmeye başladı. Semâvi arayışlarla, manevî mesajlarla yüklü filmler izleyici rekorları kırarken; herkeste ölüme çare bulabilme, ölümden sonraki âlemi öğrenme merakı uyandı.
Bütün bu arayışlar neticesinde, insanın Allah’a olan ihtiyacı kesinlik kazandı.
Evet, insan, Allah’a inanmakla, O’na ibadet etmekle sakinleşebilen, huzur bulabilen bir varlıktır. Bu meseleleri merak edenlere transpersonel psikoloji, din psikolojisi, teoloji, din sosyolojisi, ilâhiyat gibi alanlarda okumalar yapmalarını öneririz. Buna itirazı olanlar, din felsefesi, varlık felsefesi, tarih, medeniyetler tarihi de okurlarsa, zihinlerindeki pek çok soru kendiliğinden cevap bulmuş olur.
Yirminci yüzyılı bir ‘bunalımlar çağı’ hâline getiren materyalizmi tarihin çöp sepetine atıp; şimdi ve gelecekte Allah’a inanmanın keyfini sürmek gerekir. Hayat, Allah’a inanmakla anlam kazanır, öldükten sonra çok daha güzel şartlarda devam eder, Allah’ın izniyle.
Bundan 35 yıl önce, 15 Eylül 1977’de uzaya fırlatılan Voyager 1, şimdilerde Güneş Sistemi’nin sınırlarını geçmek üzeredir. Voyager 1’in serüveni, insandaki sonsuzluk arayışının en somut örneklerinden biridir. Bilgi devriminin hangi yöne gittiği belli değil mi?