İstanbul seyahatimde; Kocamustafapaşa’daki Samatya Kilisesi önünden geçerken bu tarihî mekânı ziyaret etmek istedim. Geniş bir alana kurulmuş ve avlusunda bir de okul var. Marmara Denizine hâkim bir konumda bulunmakta. Etrafı tarihî dokuya uygun muhkem bir duvarla çevrilmiş, kapısına ise güvenlik sistemi konulmuş.
Kapıdaki güvenlik görevlisine, kiliseyi ziyaret etmek istediğimi söyledim: “Pazar günü hariç ziyaretçi almıyoruz” dedi. Adana’dan birkaç günlüğüne misafir olarak geldiğimi ve Pazar günü burada olmadığımı söyledim. “Olmaz Bey Efendi sizi içeriye alamam” dedi. Bunun üzerine güvenlikçiye “içeriye girip bu tarihî kiliseyi görmek ve İsa Peygambere (as) bir Fatiha okumak isterdim” derken, hiç fark etmediğim doksan yaşlarında beli bükülmüş bir hanım, görevliye müdahale ederek beni içeriye dâvet etti. Teşekkür ederek içeriye girdim. “Tanışalım Bey Efendi, benim adım Ağavni yani Türkçe’de Güvercin anlamına gelir” dedi. Ben de kendimi tanıttım.
Ağavni Hanımın rehberliğinde, kiliseyi gezmeye başladım. İçeride, yaşlı, beli bükülmüş insanlar mum yakmışlar, duâ ediyorlardı. Bazılarıyla selâmlaştım. Çok iyi Türkçe konuşuyorlardı. Önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, (asm) sonra da Hz. İsa (as) ve diğer peygamberlere salât, selâm ve duâlar gönderdim. Amentü’nün o derin ve geniş manalarını düşündüm ve manevî bir huzur buldum.
Ağavni Hanımla birlikte çıktık Marmara Denizine bakan bir kanepeye oturduk. Bana dönerek: “Mustafa Bey, ben doksan küsur yaşındayım. İstanbul’da doğdum büyüdüm. Çocukluk yaşımdan bu yana hep kiliseye gelirim. İlk defa bir Müslüman Türk’ün kiliseye gelip Hz. İsa’ya Fatiha okumak istediğini sizde gördüm ve çok duygulandım, size teşekkür ederim” dedi.
Hanımefendi, ben de size çok teşekkür ederim. Benimle ilgilendiniz. Bunda şaşılacak bir durum yok. Çünkü aynı Allah’a inanıyoruz. Biz Arapça veya Türkçe O Yüce yaratana duâ ediyoruz, siz de İbranice veya başka lisanla O’na, duâ ediyorsunuz. Bu noktada farkımız yok dedim. Bunun üzerine: “Tabi ki öyle. Lütfen beni yanlış anlamayın. Ben asla Müslüman ve Türklerin aleyhinde değilim. Üstelik çok severim. Çünkü burada Türklerle iç içe büyüdük. Yeri geldi ekmeğimizi bölüştük. Çok samimî dostlarım var. Ben onlara katiyen ihanet edemem. Siz demeden ben söyleyeyim; İstanbul işgal edildiğinde bizimkiler Türklere ihanet ettiler. İşgalcilerin yanında yer aldılar. Babam onlara çok kızardı. Babam ticaretle uğraşır, sık sık İstanbul dışına çıkardı. Millî Kıyam zamanında (Kurtuluş Savaşı günleri) babam Kastamonu seyahati dönüşünde, Ermeniler gizli bir yerde toplantı yapmışlar. Babamı da dâvet etmişler. Babam onları caydırmak için çok çalışmış, bir türlü ikna edememiş. Onlara bizzat şahit olduğu bir hikâye anlatmış.
Kastamonu’dan dönüşünde mühimmat nakleden kağnı arabalara rast gelmiş. İhtiyar bir köylü yağmurlu bir havada bir kağnıya iki büyük top mermisi yüklenmiş cepheye götürürken görmüş. İhtiyar köylü paltosunu çıkarmış, mermileri örtmüş, kendisi sırılsıklammış. Bu yürekli Türk’ü, vatanın kurtuluşuna vesile olacak o mermi ıslanmasın diye canından ziyade düşünüyor görmüş. İkinci bir kağnı arabasını da görünce tüyleri diken diken olmuş. Bir kadın da sırtında küçük bir çocuğu ile cepheye silâh ve yardım taşıyormuş. Hemen durmuş kadına; sen ve sırtındaki çocuk hastalanırsınız, sizi evinize bırakayım demiş. Ancak kadın kabul etmemiş. Gözyaşları içinde bir haykırışı varmış ki, içler parçalanır: “Sağ ol efendi demiş. Bu çocuğun babası gâvurlarla savaşırken öldü. Ben de bu vatan için öleceğim” demiş. Babam onlara şu ikazda bulunmuş: “Arkadaşlar Anadolu böyle yürekli insanlarla dolu. Bu insanlar vatanını kimseye bırakmaz. Biz bu ülkenin ekmeğini yiyoruz. Türklere yardım etmeliyiz. İşgalcilerin kışkırtmalarına kanmayın. Türkler bize hep iyi davrandı. Bu ihanetten vaaz geçin.’ Fakat onlar babamı dinlemediler.”
Ağavni Hanım’ın babasından naklettiği bu hikâye, beni derinden etkiledi. Hele bir Ermeni’den bunları dinlemek insana ayrı duygular yaşatıyor. Ağavni Hanımla yaptığımız bu sohbet memnuniyetle bitmişti. Meşrûtiyet yıllarında Rum ve Ermenilere hürriyet verilmesine karşı çıkanlara, Bediüzzaman’ın Münâzarât adlı eserinde verdiği cevapla, Ağavni Hanıma veda etmiştim. “Onların hürriyeti, onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise İslâm dinine uygundur.”