Tarih çoğu zaman inanılması güç tevafuk ve halk deyimiyle mu’cizeye benzer denebilecek olaylarla şekillenip yön değiştirebiliyor.
1959’un Şubat ayında, Kıbrıs Anlaşması’nı imzalamak üzere Londra’ya giden Başbakan Adnan Menderes ve heyetini taşıyan uçak Gatwick Havaalanı’na inişe geçtiğinde düştü. Adnan Menderes kazayı Allah’ın takdiriyle hafif yararlı olarak atlattı. O yıllarda henüz on yaşında bir çocuktum. Bu elim kaza sonucunda TR radyo kesintisiz ajans (haber vermeye) devam ediyordu. Gazeteler bu kazaya odaklanmış sürmanşetten haber geçiyorlardı. Şu an ismini hatırlamadığım bir gazete, merhum Adnan Menderes’in gözlüklü büyük bir resmini basmıştı. Bu gazeteyi alıp -Allah rahmet etsin- Yemen gazisi olan dedem Hacı Mehmet’e götürdüm. Oturmuş, önünde rahle, Kur’ân okuyordu. Bir müddet bekledim, okumasına ara verdi, gazeteyi aldı, resme baktı, çok hüzünlendi gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.
İkinci hadise ise daha da hazindi. Eylül 1961’de köyde bulunuyorduk. Allah rahmet etsin, dedemle birlikte bahçede bulunuyorduk. Bir adam Adana’dan köye geliyordu. Selâm verip soluklanmak için dedemin yanına oturdu. Merhum Adnan Menderes’in İmralı Adası’nda idam edildiğini, idam sehpasına götürülürken Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin” cümlesi döküldüğünü gazetelerin yazdığını söyledi. Dedem mahzun ve ağlamaklı bir sesle: “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.) diyerek çileli gözlerden yaşlar dökülmeye başladı. Hep derler ya “Menderes din, vatan, millet ve demokrasi için şehit oldu. Millet bir şey yapamadı. Ancak oturup ağladı.” Fakat bu millet Menderes’i asla unutmadı ve unutamaz.
Ano Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir
Dedem efkârlandığı demlerde, söylediği bu Yemen türküsünü ve döktüğü o gözyaşlarını, ömrümce hiç unutamıyorum. Çocuk yaşta yaşadığım bu olay, beni çok etkiledi. Demokrat Parti ve Menderes sevdam o yıllarda başladı. Gönlümü verdiğim bu misyona, her zaman ilgi ve alâkam hiç kesilmedi. Dimağımda tatlı hisler bırakan bu sevda sürekli gönlümde tazeliğini hep korudu. Özellikle Üstadım Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerini okuduktan sonra ve Yeni Asya Gazetesi’nin 50 yıldır bu manada yapmış olduğu isabetli neşriyatla bu düşüncelerim daha da pekişti. Demokrat kimliğim ve Risale-i Nur’a olan mensubiyetimle hep şeref duydum. Allah nasip ederse bu kimliğimi hep koruyacağım. Bu dâvâya gönül vermiş kardeşlerimle beraber olmanın huzuru ve bahtiyarlığı içindeyim. Açık yüreklikle şunu belirtmeliyim ki; Demokrat Partinin devamı olan; Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve şimdi de Demokrat Parti olarak, aynı heyecanla ilgi ve alâkam şükürler olsun devam etmektedir.
Milletimizin, DP çizgisine her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Neden derseniz? Çok sebep saymak mümkündür. Ancak bu son yıllarda siyasî aktörler vatandaşı çok gergin atmosfere sürüklediler. Günümüzde siyasî gündemi belirleyen partilerin söylemleri toplumun özlediği ve beklediği barıştan çok uzak oldukları kendi ideolojik yapılarından kaynaklanmaktadır. Yakın siyasî tarihine uzandığımızda cumhuriyeti kuran kadrolar kendilerini Kemalist olarak nitelendirenler yakın tarihe kadar uyguladıkları baskılı politikalar cumhuriyetin değerlerine sahip çıkma adına dinî sembolleri ve dindarları cumhuriyete karşı gösterip inançlı insanları hep ötekileştirdiler. Buna karşı ise siyasî İslâmcılar da dinî sembolleri sahiplenip cumhuriyetin değerlerini ötekileştirme gayretlerini ve dini siyasî çıkarlarına alet ettiler. Ve bugünkü gerginliğin ana sebebi burada yatmaktadır.
DP’de ise temel düşünce şuydu: Demokrasi, devletin halkına tahakküm ettiği bir rejim değil, halkın kendi devletini denetlediği rejimdir. DP’de bu zihniyet hâkimdi ve o günkü sloganı da bu doğrultudaydı: “Yeter, söz milletin!” DP İktidarda kaldığı süre içerisinde hem dine, hem de cumhuriyetin değerlerine sahip çıktı. Vatandaşlar içerisinde bir ayrım yapmadı, dolayısıyla günümüzde yaşadığımız toplumsal gerginlik bu manada yaşanmadı. İşte bunun için DP çizgisine şiddetle ihtiyaç var. Seçimler milletin sıkıntılarını, beklenti ve isteklerini dile getirme zeminidir. Bu fırsatı iyi değerlendirip, Kırat’ı şahlandırmanın tam vaktidir.