Son devir Osmanlı tarihinin en önemli olaylarının yaşandığı bir dönemde Said Nursî otuz yaşlarında (1907 sonunda) İstanbul’a gelir.
Fikrî ve siyâsî akımların yoğun olarak yaşandığı o günlerde Bediüzzaman, hiçbir akıma kapılmadığı gibi, hiçbir ideolojinin vesayeti altına da girmemiştir. Ancak tamamen ilgisiz de değildir. Çünkü onun öncelikleri imana ve ülke insanına hizmet etmekti.
Bediüzzaman’ın çok önemli üç amacı vardı; birincisi, Kur’âna hizmet etmek. İkincisi, din ilimleriyle, fen ilimlerinin bir arada okutulan eğitimin mutlak gerekliliği. Üçüncüsü ise, Hürriyetin genel manada ülkenin her yerine yerleşip yaşanmasıydı. O dönemde ileriye sürülen, körü körüne Avrupalı olmak, yani bin yıllık maziyi yok etmek çabalarının, ülkeye bir fayda getiremeyecek beyhude çabalar olarak görür. Onun yerine, insanlığın hizmetine sunulan fennî gelişmeler; hak, hukuk, adalet ve hürriyetlerin kemal manada yaşanacak, dinî ve millî değerlere sahip bir sistemin ülke insanına gerekli olduğunu, çeşitli vesilelerle bu düşüncelerini dile getirir.
Kur’ân aşkı: Çocukluk yıllarında klâsik medreselerde eğitim görür. Devrin yetişmiş ilim adamlarıyla yaptığı ilmî tartışmalar sebebiyle dikkatleri üzerine çeker. Keskin zekâsı, olağanüstü hafızası ve üstün kabiliyetleriyle daha o yaşlarda dikkatleri üstünde toplar. Van Valisi Tahir Paşa konağına dâvet edilir. Said Nursî 20 yaşlarında (1898) Kütüphane arşivlerinde eski bir gazeteden o tarihte İngiliz Sömürgeler Bakanı ve Müslüman düşmanı olan Lord Gladiston’un Lordlar Kamarası’nda eline Kur’ân’ı alarak: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeli, bu Kur’ân’ı onların elinden almalıyız. Veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” şeklinde bir sözünü okumuştu.
Bu haber İslâm’a hizmet için yerinde duramayan Said Nursî’ye çok dokundu: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diyerek, ömrünün sonuna kadar Kur’ân’ın sevdalısı olarak hayatını bu uğurda vakfetti. Risale-i Nur, bu inancın, bu sevdanın en bariz bir delilidir. Kur’ân’a olan aşkı ve hizmeti onun bütün benliğini öylesine kuşatmıştı ki, Birinci Dünya Savaşı’nda, cephede, top ve mermilerin vızır vızır uçuştuğu sırada, siperde, Kur’ân tefsiri İşaratü’l–İ’caz eserini yazması, Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez olduğunu göstermez mi?
2. Eğitim çalışmaları: Bediüzzaman doğu ilerinde, bünyesinde fen ilimleri ile din ilimlerinin birlikte okutulacağı, aynı zamanda dünya Müslümanlarının birliğine vesile olacak bir üniversite yaptırmayı hedefliyordu. Bu idealini gerçekleştirmek için Sultan Abdülhamid’in özel kalem müdürüne dilekçe verdi. Buradan bir sonuç alamadı. Said Nursî delidir diye Toptaşı Tımarhanesi’ne sevk edildi.
Doktor: “Eğer Said Nursî’de zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur” diye rapor verdi. Said Nursî’nin ruhunda uyanan bu eğitim ve üniversite projesinin hayata geçirilmesi için azminden hiçbir şey kaybetmedi. Sultan Reşad’dan bu üniversite için söz aldı, ve maddî katkıda da bulundu. Böylece üniversitenin temeli dahi atıldı. (1913) Fakat araya Birinci Dünya Savaşı girince bu önemli eğitim projesi gerçekleşemedi.
3. Hürriyet ve meşrûtiyet çalışmaları: 1908 yılında İkinci Meşrûtiyet ilân edilir. Said Nursî, Hürriyetin ilânının üçüncü günü Sultan Ahmet Meydanı’nda, daha sonra Selânik’te irticalen bir Nutuk irad eder. Nutuk bazı gazetelerde neşredilir. Hürriyete Hitap, başlığıyla, uzun bir metinden oluşan bu nutuk: “Ey şeriata uygun hürriyet! Öyle müthiş, fakat güzel ve müjdeli bir sesle çağırıyorsun ki, benim gibi birini gaflet tabakaları altında yatmışken uyandırıyorsun.” diye devam ediyor. Van’a döndükten sonra da, aşiretleri dolaşarak sosyal, medenî ve ilmî derslerle onları irşada çalışır ve onlara hürriyetin güzelliklerini anlatır. Bu çalışmanın sonuncunda sual ve cevaplarla, müteşekkil Münâzarât adlı eser yayınlanır.
İttihat ve Terakki cemiyeti ile ilişkisine gelince, Hürriyet, müsavat ve adalet fikirlerini desteklemiştir. Yani Said Nursî, “Meşrûtiyet Hâkimiyet milletindir” diye onları bu manada yönlendirmeye çalışmıştır.
Onların komite tarzındaki istibdat yönetimlerine karşı çıkmıştır. Bu sebeple 31 Mart Hadisesi bahanesiyle İttihatçılar Bediüzzaman’ı Divan-ı Harp Mahkemesi’ne sevk etmişlerdir.
İkinci Meşrûtiyetin ilânında aktif rol oynayan Niyazi Bey ve Enver Paşa’yla olan yakınlığı, tamamen şahsî dostlulardan kaynaklanan arkadaşlığa dayanır.
İttihatçılarla ideolojik bir bağı yoktur. Hürriyet tutkusunu Ahrarlarla (Demokrat) olanlarla devam etmiştir. Bu fikrî çizgisini ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.
Türk ve İslâm Dünyası için Said Nursî, manevî yönde olduğu gibi, içtimaî hayatımızda önemli bir rol modeldir. Bediüzzaman’ın hayatından kısaca sunmaya çalıştığım kesitlere bakıldığında, vatan, İslâmiyet, iman, ahiret, Kur’ân aşkı ve hizmetinden başka bir amacı olmadığı görülmektedir. Hayatı ve yazdığı eserler bunun açık delilidir.