İktidarın performansının gittikçe bozulması ve bu artışın yukardan düşen ağır bir taşın gittikçe hızlanması gibi bir görüntü vermesi, günü daha doğrusu birkaç ayı kurtarmaya yönelik bazı düzenlemeler (asgarî ücret artış rakamı, muhtemelen emekli ve memura verilecek zamlar) sonrası beklenen baskın erken seçim muhalefette CB adayının kim olmalı gibi bir arayışı bana göre, erken başlattı.
Şu ana kadar bu arayış daha çok yandaş medyada görülürken, artık muhalif cephede de daha sık dillenmeye başlandı. Bunun merak edilip konuşulması normal de, bunun en önemli final maçında kendini zayıflatacak bir hale çevrilmesi normal değil.
Bununla ne demek istiyorum, kısaca anlatmaya çalışayım:
Muhalefetin en önemli iddiası, bu ucube sistemin her kim ve nerde olursa olsun otoriter bir yapıya sebep olacağı, kişilerden bağımsız bu yetkilerin o makama gelen kişiyi zehirlenmeye götüreceği iddiasıdır.
Yaşananlar da bunu doğrular mahiyette görünmektedir. Gücün tek elde toplanması dışında uzun süredir devam eden tek parti yönetimi, devlet kurumlarında partileşmiş devlet anlayışı getirmiştir. Bu hal otoriteyi pekiştirmektedir. Kurumlar, alması gereken inisiyatifleri, tahmin edilebilecek sebeplerden, almamakta ve bu durum otorite gücünün daha fazla aşağıya yansımasına sebep olmaktadır.
Muhalefetten 6 parti ortak bir çalışma içinde ‘’güçlendirilmiş parlamenter sistem’’ için iddialarını dillendirmektedir. Peki, bu getirilmek istenen sistemde CB’nın fonksiyonun oldukça sembolik hale geleceği belli iken, parti liderlerini ön safa (CB’lığı adaylığı) sürmek ne kadar mantıklı ve ne kadar alınmak istenen sonuca uygun bir davranış? Akşener, CB değil, başbakanlığa adayım derken, ilerde getirilmesi düşünülen sistem için hazırlandığı mesajını veriyor ki, bunda yanlış bir durum yok. Parlamenter sistem iddiasındaki bütün partilerden de bu beklenir. Peki, daha ortada seçim kararı bile yok iken Kılıçdaroğlu’nun son dönemlerde fazla öne çıkarılmasının ardında başka niyetler düşünmek çok safça bir düşünce mi?
Hadi biraz zihin egzersizi yapalım. Dini ve mukaddes tüm değerleri iktidarın devamı için kullanan bir parti lideri olsanız ve bu değerlerin hala prim yaptığını görseniz, nasıl bir rakip ile yarışmak istersiniz? Toplumun tüm kesimlerinden kabul görecek veya en azından itiraz edilmeyecek bir rakip mi, yoksa daha baştan doğru/ yanlış düşünceler ile en azından karşıdaki kitleden bir kesimin hayır, olamaz diyeceği bir rakip mi?
Zaten çöplüğe atılması düşünülen bir sistem için risk almayı gerektiren makul, mantıklı bir gerekçe var mı? Oysa bu bir final maçı ve zayıflık nedeni olabilecek tüm unsurların baştan dışlanması gerekmiyor mu?
Kazansa bile istemediğini söylediği bir yönetim tarzının başına neden ısrarla K. Kılıçdaroğlu getirilmek isteniyor? Veya itiliyor?
Erdoğan gibi bir adayın kimi isteyeceği noktasından bakarken, kendi cephelerine de bakmakta fayda var. Kim ne dersin desin CHP’nin hazır siyasî yaklaşımları, söylemleri ve iddiaları 40 yıl, 70 yıl öncesi CHP’nin çok uzağında. Bunu insaf sahibi herkesin fark etmemesi mümkün değil. Peki, eski despot, dine-dindara savaş açan, demokrasi değil fanatizmi ön planda tutan CHP’li kesim çok mu memnun bu gidişattan? Her vesileyle ulasalcı, ideolojik yaklaşımların kalıbı dışında kalmak istemeyen, baş örtüsü görünce tansiyonu fırlayanlar Halkçılar tablonun değişmesi için fırsat kollamıyorlar mı? Bu fosiller için en büyük engel kim? Bunun cevabı çok açık. Bu tabloda CB’na oynayacak bir Kılıçdaroğlu, eski genetik yapı hasretindekiler için bulunmaz bir fırsat. Kazansa partiden kopacak ve parti yeni savrulmalara gidecek, kaybetse, bu kadar güçlü toplumsal muhalefete rağmen başaramamış, hezimete uğramış biri olarak kenara itilecek. Görüldüğü gibi hem iktidarın hem de parti rotasından rahatsız olan CHP’lilerin buluştuğu ortak nokta K. Kılıçdaroğlu’nun CB adayı olmasıdır.
Seçimi muhalefetin kazandığı ama, anayasayı değiştirecek ve referanduma gidecek bir sayıyı yakalayamadığını düşünün. Böyle bir durumda orada oturacak CB’nın bugün eleştirilen bütün özelliklerden uzak olması ve sınırların dışına çıkmaya kalktığında Millet İttifakı’nın bunu sınırlarına çekebilecek durumda olması lazım. Bu da liderler dışında bir aday olması halinde durumu kolaylaştıracaktır. Bir parti genel başkanının oraya çıkmaşı, beklenmeyen senaryolar oluşması halinde hareket alanını daraltacaktır.
Bana göre bu geçiş süresinde Millet İttifakının hiçbir lideri böyle bir talepte olmamalı, ülke sağlam bir demokrasi limanına varmadan yerini terk etmemeli. Hepsi bir arada muhafazakâr ve milliyetçi ve CHP seçmeninin dışlamayacağı, asla olmaz demeyeceği bir isim bulup bütün mesailerini buna yöneltmeli. Şimdiden gereksiz tartışmaların erkenden önüne geçmek için ortak anayasa toplantısı yapılacaksa orada da deklare edilmelidir.
Denilebilir ki bir muhalefet partisinin iç işlerinin tasası sana mı kalmış? Emin olun cevabım onların iç işleri benim umurumda olmaz. Ama mevcut konjonktür bütün ülkeyi ilgilendiren bir noktaya yöneliyorsa ve gemide yalnız olmayacaklarsa bunu akl-ı selim ile bir daha düşünün demek çok yanlış sayılmaz.