“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.” (16. Mektup)
17 Ağustos 2022 Salı günü sabahı telefonuma gelen mesaja baktığımda emekli öğretmen olan Erol Önder Ağabeyin vefat ettiğini öğrendim. Kendisi hastanede yatıyordu. Ameliyattan önce herkesten kendisine dua etmesini istemişti. Oğlu Mehmet Önder ile birkaç defa konuştum hastanın yoğun bakımda olduğunu kan ihtiyacı olduğunu söylemişti. Erol ağabey birkaç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra Hakkın rahmetine kavuşmuştu. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Ondan geldik ve yine ona döneceğiz.
Ölüm insan için dünya hayatının ağırlıklarından kurtulmaktır. Ölüm sevkiyattır. Ebedi saadet yurdu olan cennete kavuşmaktır. Bir tebdili mekandır. Mü’min için fani vücudunu dünyada bırakıp ebedi ahrette daimi bir vücuda kavuşmaya vesiledir. Erol ağabeyimiz de bu inanç ve düşüncede olan değerli bir insandı. Samimi bir mü’min idi. Sadık bir bir Nur talebesi idi. İhlaslı ve mütevazi biri idi. Risale Nur sohbetlerine katılır, kendi üzerine düşen bir iş olursa severek yapardı.
Bildiğim kadarıyla 1990’lı yıllarda Tokat Yeni Asya’da çocuklara yazları Kur’an-ı Kerim dersi verir, tecvid öğretirdi. Risale-i Nur sohbetleri yapar, dini konularda bilgiler verirdi. Bazen de bunları beraber yapardık. Gençleri gezi ve pikniklere götürürdük.
Emekli öğretmen olan Erol Ağabey, güzel Kuran’ı Kerim okurdu. Evi dershaneye yakındı. Müberek gecelerde cevşenini alıp erkenden gelirdi. Çoğu zaman cevşenden Kur’an bölümünü okumasını isterdik. Okumayı çok severdi. Okudukları ona şefaatçi olur inşallah.
Erol ağabeyin bir özelliği de bulunduğu muhitteki cami ve mescidlerde müezzinlik yapardı. Kendini insanlara sevdiren bir özelliğe vardı. Defalarca Ankara Bediüzzaman Mevlidlerine katıldık. Uyumlu bir insandı. Karşısındaki insanlar küçük olsun büyük olsun değer verirdi. Çevresinde sevilirdi.
Namaza ve diğer ibadetlerine dikkat ederdi. Muttaki bir mü’mindi. Kötülüklerden uzak dururdu. Çoğu zaman dinleyici makamında olurdu. Gıybet, dedikodu, kaba söz ve davranışlardan uzak dururdu. Yardımseverdi. Çokça hayır yapardı.
Evet, sözü Risale-i Nur’a bırakalım:
“Altıncı Kelime: Yuhyî. Yani, hayatı veren O’dur. Ve hayatı rızıkla idame eden de O’ dur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine O’ dur. Ve hayatın âlî gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri O’na bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi O’nundur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der: Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. (...)
“Yedinci Kelime: Ve yumît. Yani, mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki: Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil.” (Yirmici Mektup, s. 279)
Cenab- Allah Erol Ağabeyimize rahmet eylesin, mağfiret eylesin. Kabri nurlarla dolsun. Cennette Peygamberimize, Üstadımıza komşu olsun. Ailesine, evlatlarına ve sevenlerine Cenab-ı Allah sabr-ı cemil versin. Âmin.