Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir.
Her gün meydana gelen yüzlerce binlerce ölüm hadisesi bunu ispat ediyor. Gözümüzü kapatarak gerçeklerden saklanamıyoruz. Rabbimizin takdir ettiği ölüm, günü ve saati geldiğinde mutlaka hiç şaşmadan gerçekleşecektir.
Evet, “Ey insan, düşün! Sen alâküllihal [ister istemez] öleceksin. ” (Lem’alar)
"Ölüm sekeratı [sarhoşluğu] uyandırmadan evvel, uyan!" (Mesnevî-i Nuriye)
“Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor.” (Mesnevî-i Nuriye)
“Ehl-i iman için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet için zulümat-ı ebediye kuyusudur.” (Lem’alar)
“Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var." (Şualar)
Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan [dünya sevgisinden] kurtulur ve ahiretine ciddî çalışır." (Mektubat)
"Mevt [ölüm] vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir." (Mektubat)
“Lâyemut [ölümsüz] değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” (Lem’alar)
"Ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler." (Sözler)
“Ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm.” (Lem’alar)
“Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil. Yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz.” (Lem’alar)
Evet, bu manaları okuyan ve kendisine verilen ömür sermayesi nihayete eren Yüksel Toker Ağabeyimiz de ahirete irtihal etti. O ebedî âlemde sevdiklerine kavuştu. 1970’li yıllardan önce farklı bir düşünceye sahip olan Yüksel Toker, Risale-i Nurlarla tanıştıkça eski yanlış düşüncelerden vazgeçiyor. Onlara bir hatime çekiyor. Ankara’da bulunan kardeşi Ali Toker, onu Hekimoğlu İsmail ile tanıştırdıktan sonra dünyası tamamen değişiyor. Daha sonra Ulus 27’de kalan Üstad Bediüzzaman’ın talebesi Bayram ağabey ile görüşüyor.
Tokat’a dönünce Risale-i Nurlar’ı okumaya başlıyor. İlk önce Gençlik Rehberi’ni okuyan Yüksel Ağabey eski fikirlerinden dolayı kendi ruhuna fazla dokunması nedeniyle kitabı okumaktan vazgeçiyor. Ama duramıyor, tekrar kitabı alıp okumaya devam ediyor. Ve sonunda artık o da Risale-i Nurlarla imanını kurtaranların safına dahil oluyor.
Kendi hatıralarından anladığımız kadarıyla o zamanlarda Türkiye’nin her tarafından ağabeyler onu ziyarete geliyorlar. Yüksel Ağabey’in evinin teras katında Risale-i Nur dersleri yapılıyor. Bizler de o günlerde ortaokul talebesi iken onun evindeki bu çay ikramlı Risale-i Nur derslerinin lahutî havasını tatmış ve yaşamıştık.
Yine onun evinin altında yetmişli yıllarda dershanede birçok öğrenci kaldı. O mekânlarda her hafta tıklım tıklım Risale-i Nur dersleri devam ediyordu. O yıllarda rahmetli Selâhattin Uzer, Bedrettin Ergül, Bekir Tunç, Necati İmamoğlu, Erol Önder, Ömer Aktaş ağabeylerimiz ve halen hayatta olan Ahmet Kara, Nurettin Temur, Alaaddin Temur, Azam Yazıcı, Sabri Önsoyluoğlu, Ömer Demir, Hayrettin Temiz gibi nice hizmet erleri hep beraber Risale-i Nur hizmetlerinde canla, başla, ihlâsla koşturmuşlar, binlerce insanların Risale-i Nurları tanımalarına vesile olmuşlardır.
1980 İhtilali’nden sonra Yeni Asya Gazetesinde on yıl çalışan Yüksel Ağabey o hatıralarını da bizlere anlatırdı. Oradaki başta Mehmet Kutlular ağabey ve diğer ağabeylerin geceli gündüzlü gayret ve fedakârlıkla çalıştıklarından bahsederdi. Musikî ile de uğraşan Yüksel Ağabey zaman zaman bizlere ney üfler, ilahîler söylerdi. Duygusal ve hoşsohbet bir insandı. Beyefendi bir kişiliği vardı. Karşısındaki insanları mümkün mertebe kırmamaya çalışırdı. Kendi mizacına uymayan insanlarla fazla samimî olmasa da yine de onları kırmamaya özen gösterirdi. Cömert ve nüktedan bir kimseydi. Çok neşeliydi, etrafına neşe katardı, babacandı. Arkadaşlığı candandı. İkramdan hoşlanır ve ikram etmeyi severdi.
Son zamanda hastalandığında değerli Ahmet Kara Ağabey onu ziyarete gitmiş ve kısa bir video çekmişti. O videoda Yüksel Ağabey’in çok hoşuma giden bir cümlesi vardı. Ahmet Kara Ağabey’e “Ahmet Bey hiç kimseye karşı kalbimde bir kin, nefret, düşmanlık yok. Bütün kardeşlerimi seviyorum” demişti. Bu bana göre çok önemli ve herkesin söyleyemeyeceği bir cümle idi. Çok derslerinde, sohbetlerinde bulunduk ve lezzetler aldık. Defalarca pikniklere beraber gittik, sohbetlerine bulunduk. Kendisinden Allah razı olsun. Rabbim taksiratını affetsin. Allah rahmet eylesin, kabri pürnur olsun, mekânı Cennet olsun. Cenab-ı Allah ailesine ve yakınlarına sabırlar versin…
Konuyu muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin sözleriyle bitirelim: “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.” (Lem’alar)
“Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir.” (Lem’alar)
“Ecel gizli olduğu için genç-ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel cellâdı başını kesmek için gelebilir.” (Sözler)
"Ölüm değişmiyor; firak [ayrılık] bekaya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşerî [insanın acizliği], fakr-ı insanî [insanın fakirliği, muhtaçlığı] değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor." (Sözler)
“Ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.” (Şualar)
“Ölüm o kadar kat’î ve zâhirdir ki, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.” (Şualar)
"Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise; onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme, merdane kabre bak; dinle, ne talep eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak, ne ister." (Sözler)