10 Ocak 2012, Salı
Genç adam kendisine hediye edilen şiir kitabını okuyordu. Okuduğu bir şiirin son dizesi aklına takıldı, kalbini sıkıştırdı, dize şöyleydi:
“Ölüm bir renk sadece, siyah...”
Gözlerini kapadı, siyah bir dünyadaydı şimdi. Aklına Mülk Sûresi 2. âyet geldi: “O, ölümü ve hayatı yaratandır.”
Bu âyette kronolojik düşünen zihinlerimizi zorlarcasına ölümü yaratmak, hayatı yaratmaktan önce zikrediliyordu. Bunda bir hikmet olmalı diye düşündü.
Gözlerini açtı, renklerin olduğu bir dünyadaydı şimdi.
*
Bir başka genç Cuma vaazında hatibin söylediği hadisi not etmekle meşguldü:
“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.”
*
Bir başkası Jose Saramago’nun Nobel Ödüllü “Ölüm Bir Varmış, Bir Yokmuş” adlı romanını okuyordu. Kitapta ölümün o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçtiğinden ve hiç kimsenin ölmediğinden bahsediyordu.
Hiç kimsenin ölmemesinin sevinci kısa sürüyor, ebedî bir yaşlılık ve bunun getirdiği problemler kaosa sebep oluyordu.
Romanı bitirdiğinde Ölümü Yaratan Allah’a şükretti.
*
O sıralar birkaç arkadaş sevdikleri bir yazarın evinde toplanmışlardı. Yazar ölümün yaratılmasının hikmetlerini anlatıyor. Ölümün olmaması nihayetsiz bir yaşlanmayı getireceğinden, bu bîçare ihtiyarlar hayatın zorluklarıyla mücadele edemeyeceklerinden ve dünyanın çoğalan insan nüfusunu kaldıramayacağından bahsediyordu. Elindeki kitaptan tane tane okumaya başladı:
“Ölüm olmasaydı, küre-i arz nev-i beşeri istiâb edemezdi ve nev-i beşer müthiş perişaniyetlere maruz kalırdı.
Râbian: İhtiyarlık yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki, tekâlif-i hayatiyeye kadir olamaz, daima ölümünü isterler.
İşte bunun için, ölüm nimettir.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 229)
*
Genç bayan okuduğu bir cümleye takılmış, anlamak için zihnini zorluyordu... “Ölümün hayattan ziyade bir isteği var”. Telefona sarıldı bu konular hakkında yazılar yazan bir tanıdığını aradı. Telefondaki ses anlatmaya başladı: “Ölümün kimsenin hayatına kastı yok. İnsan ebed için yaratılmıştır. Ölüm; mal, mülk, şan, şöhret, alkış vb. bunları istemiyor bizden. Ölüm hayatımızdan ebediyeti kazandıracak imanı istiyor, onu bekliyor vermemiz için.”
*
Kitap fuarındaki bir kadın ölüm ile ilgili kitapları gördüğünde gözleri doldu, eşine; “Babam şimdi toprağın altında üşüyor mudur?” dedi. Eşinin cevabı yürek parçalayıcıydı: “Unut artık hayatım, ölenle ölünmüyor; doğanın kanunu bu.” O sırada kitaplarını imzalamakta olan yazar, kitabını imzalayıp uzattı ve “İstemeden kulak misafiri oldum” dedi. “Bir tohumu bile toprağın altına çiçeklensin, meyve versin diye veriyoruz. Babanızı insan olarak yaratan Allah, bu değerli varlığı toprağın altında unutur mu hiç? Babanız için artık bundan sonra ölüm yok, bu hayatın vazifesinden terhis oldu, ebedî bir hayata geçiş biletini aldı.” Genç kadının gözlerindeki mutluluk görülmeye değerdi.
*
Bir başkası sevdiği bir ağabeyi ile mezar ziyaretine gitmişti. Ağabeyi tek tek mezarlara selâm verdi, hayattayken tanıdığı şimdi kabrin içinde olanlarla sohbet etti, onlara duâlar okudu. Genç: “Bizi duyarlar mı?” diye sordu. Ağabeyi; “Peygamberimizin (asm) ‘Ölülerinize yaptığınız duâlar onlara altın tepsilerde sunulur’ diye bir hadisi var, şu anda hepsi seviniyordur” dedi.
*
Ölüm hergün bir şehri mezaristana boşaltmaya devam ediyor. Kimileri siyaha takılıp kalıyor, kimileri beyaza gülümsüyordu.
Okunma Sayısı: 1746
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.