Genç talebe, elinde tatlıyla ziyaretine geldiği bilgenin odasına girdiğinde, bilge neşre hazırladığı yeni kitabı için onlarca kitabın arasında kaybolmuştu.
Talebesinin selâmını aldığında, gözlerinin altındaki şişlikler; Peygamberimizin (asm) sünneti olan mü’minlerin dertleri ile dertlenmenin nişanesi gibi duruyorlardı.
- Efendim size tatlı getirmiştim.
- Madem bana tatlı getirdin, o zaman ben seni bir yere götürüp sana birşey ısmarlayacağım çok lezzet alacaksın, tatlımızı döndüğümüzde üzerine yeriz.
Talebe, bilgenin ona yemek ısmarlayacağı düşüncesinin verdiği heyecanla cevap verdi:
- Çok heyecanlandım efendim hemen mi çıkıyoruz?
- Evet hemen, haydi Bismillah.
Şehrin en yüksek tepesine doğru yola çıkmışlardı.
- Efendim daha önce bu tepeye hiç çıkmamıştım.
- Ben sık sık çıkarım, ama dün çıktığımda bir yer keşfettim ve çok güzel bir ziyafet çektim.
Talebe daha önce hiç çıkmadığı bu tepede bilgenin vereceği ziyafeti düşündükçe heyecanı daha da artıyordu.
Bilgenin gözleri birden parladı, derin bir iç çekip tebessüm etti.
- İşte geldik.
- Ama efendim burada yemek yiyecek bir yer yok ki, boş bir arazi burası.
- Boş bir arazi mi? İstersen etrafına daha iyi bak.
- Göremiyorum efendim.
- Şu göz alabildiğine uzanan kıpkırmızı gelincik tarlasını görmüyor musun?
- Görüyorum efendim.
- İşte dün bu eşsiz manzarayı ruhumun kabz halleri yaşadığı bir zamanda Rabbim ısmarladı bana. Ben de bu nimeti sevdiklerimle paylaşmak istedim.
- Çok mahçubum efendim.
- Mahçup olma bu ziyafetin tadını çıkar ve en kısa zamanda sende bu manzarayı arkadaşlarına ısmarla.
- İnşaallah efendim yarın ilk işim bu olacak.
- O zaman tatlıya geçebiliriz.
- Geçelim efendim.
Bilge son bir kez gelincik tarlasına baktı, maşaallah, barekâllah, sübhanallah, elhamdülillah dedi ve dilinden şu âyet-i kerime döküldü:
Fenzur ilâ âsâri rahmetillah...