Sizce kaç çeşit öğretmen var? “Öğretmenin çeşidi olur mu?” demeyin. Devlete göre var. Kadro ihtiyacını kadrolu öğretmenlerle gideremediği zaman alternatif arıyor. Alternatifleri ikiye ayırıyor; Vekil Öğretmen ve Ücretli Öğretmen...
Eğitim, ülkemizin en öncelikli sorunlarından. 12 yılda eğitime yönelik ciddî yatırımlar yapıldığı söylendi. Yapıldığı belirtilen yatırımlara rağmen etkisini halen devam ettiren ideolojik eğitim anlayışı ve kalite sorunu bir türlü giderilemedi. Müfredata yönelik eleştiriler bir yana, öğretmenin sınıfta fonksiyonsuz hale getirilmesi ve benimsenen eğitim modelinin ülke şartlarına ne kadar uygun düştüğü çoğu zaman tartışma konusu bile olmadı. Öğretmeni bir rehber gibi tanımlayan öğretim modelinde, öğrenci araştırmaya teşvik edilerek, bireysel öğrenme hızına göre “öğrenme” fiilinin gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Peki, bu model Doğu ve Güneydoğu’da ne kadar uygulanabilir? Köy şartlarında araştırma kaynağına ulaşamayan öğrenciler, içi boş müfredat, dersi anlatıp çıkan öğretmen... Ve bir şeyler öğrenmesi için tek başına bırakılan öğrenci... Araştırma imkânı olmayan, nasıl araştıracağını bilmeyen, öğretmeninin anlatıp geçmesinden çok da bir şey anlamayan öğrenci, belli bir süre sonra köy şartlarının getirdiği mecburî işler yüzünden (hayvan bakımı, ahır temizliği, çobanlık vs.) okula karşı ilgisini kaybediyor. Durum böyle olunca, ilköğretim 1. kademeden mezun olan öğrenci, ortaokula adını soyadını yazmayı öğrenemeden geçmiş oluyor.
Kalite sorunu başka yerlerde aranıyor
Hemen her yıl gerek Ağustos, gerek Şubat ataması olsun binlerce öğretmen ataması yapılmasına rağmen eğitimde istenen kalite bir türlü yakalanabilmiş değil. Yetkililer meselenin temeline inmek yerine tâli konularla uğraşmayı tercih ediyorlar nedense. Bütçeye “milyar dolar” yük bindirecek olan ve henüz ne işe yarayacağını bile bilemediğimiz Fatih Projesi, sınıfları teknoloji bombardımanına tutan “akıllı tahtalar” vs. Tamam olmasın, yapılmasın demiyoruz, ama daha önemli meseleler yok mu? Meselâ batı ile doğu arasındaki gerek iklim, gerek çalışma, gerek hayat şartları bakımından ortaya çıkan eşitsiz durumu eşitlemek gibi. Ya da atanabilmek için haritanın en köşesinden yer seçip, atanıp, bir yıl sonra gittiği yerden kaçmaya çalışan genç öğretmenleri buralarda nasıl tutarım’ın çaresini bulmak gibi. Ya da doğu öğretmensizlikten kırılırken batı’da neden 10 binlerce norm fazlası öğretmen var sorusunun cevabını aramak gibi.. Ya da bir gecede sistem değiştirirken ortaya çıkacak sorunları hesaba katmadan hareket etmek gibi.. Gibiler çok...
Bütçe bahane değil
Hükümetimizin en çok övündüğü konulardan biri de eğitime ayırdıkları bütçe. Tarihte ilk defa kendi dönemlerinde savunma bütçesinden daha fazla bütçenin eğitime ayrıldığını söyleyen yetkililerimiz, harcadıkları bu kadar paraya rağmen istenilen kaliteyi bir türlü yakalayabilmiş değil. “Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın” diye meşhur bir söz vardır. Cehaletin maliyetini hangi bütçe karşılayabilir ki? Eğer Türkiye’yi Osmanlının devamı bir ülke sayıyorsak son 300 yılını savaşlarla geçirmiş bir ülkeyiz. Özellikle son yüzyılda coğrafyamızda meydana gelen savaşlarda topraktan daha değerli şeyler kaybettik: Eğitimli genç nesiller! Düşman gölgesi ülkenin şafağında belirince kadın-erkek demeden herkes cepheye koşarken, okulda eğitimine devam eden gençler geri kalır mı? Kalmadılar. Şehid oldular. Kaybettiğimiz topraklardan daha değerliydiler. Ne Misak-ı Millî, ne Afrika, ne petrol yatakları... Onlar daha değerliydi... Kaderin cilvesi belki de. Türkiye eğitimsizlikle-eğitimsizlerle imtihan olacaktı. Cumhuriyet dönemi yaşanan iç karışıklıklar, âlimlerin, hocaların dershaneler-medreseler yerine darağaçlarına lâyık görülmesi... Daha sonra sokak olaylarında yitirilen gençler... Gizli bir el sanki bu toplum cahil kalsın diye sürekli plan peşinde. O halde bu planı suya düşürmeliyiz, ve bütçe, denge vs buna bahane olmamalı. Bütçe yetersizliği genellikle öğretmen alımlarında gündeme gelir. Artık adına “Yeni Türkiye” diye sloganlar yazılan ülkemizde hiçbir maliyet, eğitimden, genç beyinlerden daha değerli değil, olmamalı. Gayr-i Safi Millî Hasıla’nın tamamı eğitime ayrılsa yine yetmeyecek gibi, ama bütçe yetersizliği bahane edilerek derslik yapılmaması, öğretmen atanmaması gibi bir durum kabul edilemez.
Kanayan yara “Ücretli öğretmen”
Sizce kaç çeşit öğretmen var? “Öğretmenin çeşidi olur mu?” demeyin. Devlete göre var. Kadro ihtiyacını kadrolu öğretmenlerle gideremediği zaman alternatif arıyor. Varsa üniversitelerin farklı bölümlerinden mezun olmuş kişileri istihdam ediyor. Bunu da ikiye ayırıyor; Vekil Öğretmen ve Ücretli Öğretmen... Eğitim-Sen’in valiliklerden istediği bilgilere göre, 68 ilde ücretli öğretmen sayısı 55 bin 987’dir. Ücretli öğretmenlerin 23 bin 117’si eğitim fakültesi, 23 bin 248’i lisans, 9 bin 622’si ön lisans (iki yıllık meslek yüksek okulu) mezunu. Düşünün 55 bin ücretli öğretmenin yarısı öğretmen değil. (Devletin ücretli öğretmen arayışı ayrıca bir yazı konusu olabilir.) Devlet öğretmen açığını öğretmen olmayanlar ile kapatma yoluna gidiyor. Düşünsenize Ordu Komutanı Kanatlı Hayvan Yetiştiriciliği okulundan mezun... Komik olmadı mı biraz? Ordu için çok komik oldu belki, peki orduya yakıştıramadığımız bir mesleği öğretmenliğe nasıl yakıştırıyoruz?
Temel sorun, “Eğitimde kalite”
Binlerce derslik yaptığını söyleyen, eğitim materyallerine büyük yatırımlar yapmaya çalışan (Bkz: Fatih Projesi), hükümet yetkililerinin atladığı bir nokta var. Müfredatın yetersizliği ve bunun yanında iyi yetiştirilmemiş öğretmenler. Evet, eğitim dediğimiz olay ciddî bir paradoks içerisinde, iyi eğitilmiş insanlar için iyi öğretmenlere ihtiyacımız var, iyi öğretmenler yetiştirebilmek için de iyi insanlar yetiştirebilmemiz gerekiyor. Bu paradoksu aşmak için yine eğitimin “yüklemi” olan öğretmene iş düşüyor. Üniversitelerde öğretmen eğitiminde yaşanan problemlerin tesbitini ve çözüm yollarını uzmanlarına havale ederek, sisteme dahil olmuş öğretmenlere seslenmekte fayda var.
“Değerli öğretmen arkadaşım, Evet sistem seni iyi bir öğretmen olabilmen için yeteri düzeyde eğitemiyor. Tecrübe eksikliğini sistemin içine dahil olarak giderme mecburiyetindesin. Ve birazcık gayretle bu işi başarabilirsin.”
En gamsız kesim: Öğretmenler!
Eğitim-Öğretim sistemi içerisinde yıllarca öğrenci olarak yer almış ve 4 yıllık öğretmenlik eğitiminin ardından sisteme öğretmen olarak dahil olmuş biri olarak şu tesbiti rahatça yapabilirim sanırım. Türkiye’de (özellikle de devlet okullarında) çalışan meslek grupları içerisindeki en gamsız, “en mesai biter iş biter” mantığıyla çalışan meslek grubu öğretmenlerdir. Kimse, ama biz ders dışı zamanlarda da vaktimizi, derse hazırlık yaparak harcıyoruz demesin. Teknolojinin de yardımıyla web sitelerinde, forum sayfalarında yazılı sorularının paylaşımı, fikir alış verişi ile daha az zaman harcayarak, ders dışı vakitlerin nasıl değerlendirildiğini müşahade ettim. Öğretmen arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde de kanaatimin doğru olduğunu gördüm. Özellikle küçük şehirlerde, ilçelerde görev yapanlar bilir, öğretmenevleri öğretmenlerin ders dışı vakitlerini nasıl değerlendirdiklerini görmek açısından önemli bir gözlem yeri özelliği taşır. Okul dışındaki hemen bütün vakitlerini kâğıt oynayarak geçiren belli bir yaşın üzerindeki öğretmenleri bir yana bırakırsak, yaşı genç olanların da farklı yerlerde benzer durumda olduğunu söylemek yanlış olmaz.
— SON —