Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıların sebeplerinden biri de ısrarla sürdürülen ‘KHK uygulamaları’ ve anlayışıdır. Devam eden ‘Kanun Hükmünde Kararname’ uygulamaları büyük mağduriyetlere, haksızlıklara ve yanlışlara yol açtı ve açıyor.
KHK’ların sebep olduğu yaraları bilenler olduğu gibi bilmeyenler de vardır.
Kısaca şöyle diyelim: KHK ile işinden atılan bir kişi fiilen açlığa mahkûm edilmiş demektir. Sadece kendisi mi? Bu yanlış uygulama, kişilerin aile efradını da sıkıntılara sokuyor.
Söyleyince alınanlar oluyor, ama günümüzde uygulanan KHK’lar, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat sürecinden bile daha yaralayıcı, daha feci, daha yıkıcı oldu. Çünkü 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında işinden atılanlar başka işlerde çalışma imkânı buldu. Aynı şekilde 28 Şubat 1997 sürecinde memurluktan atılanlar özel sektörde çalışma imkânı buldu. Şimdi ise ‘Kanun Hükmünde Kararname’ ile işinden atılanlar özel sektörde de iş imkânı bulamıyor. Düşünün, memur olan bir kişi KHK ile işten atıldığında bir tekstil firmasında işe girip sigortalı olarak çalışamaz. Çünkü o kişi artık ‘KHK damgası’ yemiş durumda. Peki, bir kişiye çalışma yasağı koyduğunuzda o kişinin çoluğu ve çocuğu da mağdur olmuyor mu? Böyle bir uygulamanın hakla, hukukla, adaletle izahı mümkün müdür? Bu uygulamaya imza atanlar yüzde yüz, yüzde yüzbin yanlış bir iş yapmış oldu. Üstelik bu yanlış uygulama halen devam ediyor.
Tabiî ki bu yanlışın sonsuza kadar devam etmesi mümkün değildir. Gele gele Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç da buna itiraz etmiş ve “KHK bir faciadır’ demiş. Arınç’ın verdiği misaller var ki bunu duyanların itiraz etmemesi mümkün değildir.
Gazeteci Kemal Öztürk’ün Youtube kanalına açıklama yapan Bülent Arınç, çevresinde birçok KHK mağdurunun olduğunu söylemiş ve maaşının yarısını onlarla paylaştığını ilân etmiş. ‘’Ben onları gördükçe yerin dibine geçiyorum’’ diyen Arınç’ın açıklamalarının bir kısmı şöyle: “Aslında onlardan da özür diliyorum. Evime temizlik yapmaya gelen Daire Başkanlığı’ndan ihraç edilmiş bir kadın gördükçe, eşi polis ihraç edilmiş bir başka kadını gördükçe ben yerin dibine geçiyorum. Onlara birkaç kuruş daha fazla vereyim de bir katkım olsun diyorum. Kırıkkale’den yumurta getirip kapı kapı dolaştıran bir genel müdür yardımcısını gördükçe ben felâket görüyorum. Bir benzinliğe gittiğim zaman bir Danıştay üyesinin pompa tuttuğunu gördüğümde acı duyuyorum. Bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışan bir genel müdür gördüğümde perişan oluyorum. Bütün bunları yaşıyor Türkiye. Kimse bunları savunamaz. (...) Bu hukukî bir tanımlama değildir bir tedbir bu. Hukukî tanımlama böyle olmaz. Çünkü bu bir kanaattir, kanaat delil değildir. Bunu yaparken en çok kamu kurumlarından görüş aldılar. Bu bir idarî karardır, yargı kararı değildir. İçlerinde bunu hak edenler var mıydı var, ama hepsi değil.” (internethaber sitesi, 31 Ekim 2019)
İktidar cenahına mensup olup da “Ne mağduriyeti. Mağdur olan kimse yok. Bu yapılanlar az bile” mealinde açıklamalar yapan siyasetçi, idareci ve yazarlar acaba şimdi ne diyecek? Arınç’a mı kızacak yoksa yapılan yanlışın farkına varıp telâfi imkânı mı arayacak?
KHK mağdurları da muhtemelen “Şimdiye kadar neredeydi?” diye haklı olarak soracaklar. Kamuoyu ve KHK uygulamalarının Arınç’tan bu haklı sözlere uygun icraat beklemek en temel haklarıdır.
Türkiye; hak, hukuk ve adalet tanımayan KHK’lardan bir an önce, bir günde, bugün kurtulmalıdır, vesselâm.