Hatırlanacağı üzere 23 Mart, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin vefat yıldönümü. Bu vesile ile 1960 yılında Urfa’da vefat eden büyük İslâm âlimi Üstad Bediüzzaman’ı bir defa daha rahmetle anıyoruz.
Bediüzzaman, yaşarken de vefat ettikten sonra da hakkında çok konuşulan bir âlim. Dostları milyonlarla ifade edilirken maalesef az sayıda muarızları da oldu. Muarızları onun fikirlerini çürütemeyince fani şahsını çürütmeyi denediler. Onlarca değil, belki yüzlerce defa kurdukları tuzaklarla iftira ve ithamlarda bulunup millet nezdinde itibarını düşürmeye çalıştılar. Ama buna muvaffak olamadılar. Çünkü o eserlerinde kendisi beğenmediği gibi ‘kendisini beğenenleri de beğenmediğini’ ilân etmişti. Kendisini beğenmeyen ve ilâve olarak ‘kendisini beğenenleri dahi beğenmeyen’ bir âlimin şahsını çürütmekle onun dâvâsını, fikirlerini çürütmek mümkün olur muydu? Nitekim olmadı... Allah’ın izni ve yardımıyla kurulan tuzaklar kuranların başlarına geçti.
Üstad Bediüzzaman’ın en dikkat çeken özelliklerinden biri de gençlerin imanını kurtarmayı asıl gaye olarak ilân etmiş olmasıdır. Şöyle diyor: “Bir tek gayem vardır o da mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda, Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yapa- rak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.” (Şuâlar [On Dördüncü Şuâ] s. 785)
Bediüzzaman Hazretleri’nin farklı bir husûsiyeti de sözlerini, yazılarını, tavsiyelerini, iddialarını; hayatıyla imzalamış olmasıdır. Ne demişse, ne tavsiye etmişse onu yaşamış, bu noktada taviz vermemiştir. Yani, müfterileri, onu karalamak isteyenlerin, fiilen tekzip etmiştir. Meselâ, talebe ve dostlarından dahi hediye almaması ‘ifsat şebekeleri’nin bütün oyunlarını bozmuştur. Teklif edilen makam ve mevkileri elinin tersiyle itmiş olması onu tuzağa duşürmek isteyenleri hüsrana uğratmıştır. Bu tavrın ne kadar önemli ve ne kadar çarpıcı olduğu her geçen gün biraz daha iyi anlaşılıyor. Bediüzzaman Hazretleri kendisine teklif edilen mevki ve makamları kabul etmiş olsaydı bugün bu kadar güçlü, bu kadar tesirli, bu kadar ‘farklı’ olabilir miydi? Allah’a şükürler olsun ki Risale-i Nur’da ne tavsiye edilmişse Bediüzzaman onu hayatına tatbik etmiştir. Risale-i Nur’un cazip olmasının bir sebebi de budur.
Son günlerdeki tartışmalar sözün ve özün bir olmasının çok çok önemli olduğunu bir defa daha gösterdi. Dine hizmet edenlerin her şeyi para ve pulla ölçmesinin çok büyük zararlar verdiği görüldü. Para karşılığında haysiyetlerin kaybedildiği, uzun dönemde hizmet edilmediği görüldü. İşte, bazı talebe ve dostlarının hediyelerini reddeden Said Nursî, bunun sebebini izah ederken şöyle der: “Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, ‘İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar’ deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.” (Mektubat, [İkinci Mektup] s. 27)
İmana ve İslâma hizmet edenlerin müfterileri susturması için onları ‘fiilen’ tekzip etmesi icap eder. Bu noktada Bediüzzaman Hazretleri güzel bir örnektir. O, müfterileri fiilen ve hayatıyla tekzip ettiği ve yalanladığı için atılan iftiralar tutmamış, müfterilere dönmüştür.
İlmin izzetini muhafaza eden ve hayatıyla güzel örnek olan Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman’ı rahmetle ve minnetle yad ediyoruz.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Amin.