Fethin sembolü olarak 1453 yılında camiye çevrilen o günün kilisesi Ayasofya, garip bir şekilde, 1 Şubat 1935'de bir bakanlar kurulu kararı ile 'müze'ye çevrilmiştir.
Ayasofya'nın yeniden camiye çevrilmesi gerektiği yıllardan beri dile getirilen bir talep olmuş ve maalesef bu şimdiye kadar gerçekleştirilememiştir. Ayasofya meselesi yıllardan beri siyasetin de gündeminde yer almıştır. Milletten gelen 'Yeniden cami olarak hizmet versin' talebi karşısında siyasetçiler camiye çevrilmesi noktasında söz vermiş olsalar da bu yapılamamıştır. Bu fiili duruma rağmen Ayasofya şu anda bile 'tapu'ya göre camidir. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.
Ayasofya bir camidir, ama camiden de ötedir. Çünkü hem fethin sembolüdür hem de millet nezdinde camidir. Yedin cami olması gerekir. Milletin taleplerini dikkate alan siyasetçiler de, sivil toplum kuruluşları da bu konuda ısrarcıdır ve haklıdır. Ayasofya'nın 'müze' olarak kalmasının makul bir gerekçesi yoktur. Tabii ki "Niçin cami olsun? Her yerde cami var? İsteyen Sultanahmet'de namaz kılsın" diye düşünenler de vardır.
Ancak Bediüzzaman Said Nursî'nin Ayasofya hususunda merhum Başbakan Adnan Menderes'e mektup yazmış olması ve bu meseleyi "Risale-i Nur'un Diyanet eliyle resmen neşredilmesi"yle birlikte zikretmesi çok önemlidir. Bu yönüyle mesele 'namaz kılma yeri'nin olup olmaması değildir. Yeri gelmişken Üstad Bediüzzaman’ın bu meseleye nasıl baktığını gösteren tesbitini hatırlamak lazım. Bediüzzaman, bir mektubunda şöyle diyor: “(Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi) Hem Demokrat’a Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır. Ben ise; bu mes’ele için, otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, [Menderes] Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zâtların hatırı için başka yere gitmedim.” (Emirdağ Lâhikası, s. 860)
Milletin taleplerini dikkate aldığını iddia eden siyasetçilerin ve diğerlerinin Ayasofya meselesine böyle bakması icap eder. Muhalefette olan siyasetçilerin iktidara geldiklerinde Ayasofya konusundaki sözlerini unutmuş olması ayrıca dikkat çekicidir. Acaba kaç derginin kapağını "Mahzun mabed Ayasofya" makalesi süsledi? Şimdiki siyasetçilerin "Ayasofya açılmalıdır" demek ve açmak yerine, "Açılmaması gerektiğini izah etmeye çalışması" çok büyük bir çelişkidir. Peki, Ayasofya'yı açmayan bir irade, Türkiye'nin hangi meselesini çözebilir? "Dünyada bizden habersiz yaprak yere düşmez" iddiasıyla, Ayasofya'yı dahi açamamak, açılmasını dahi savunamamak bir araya gelebilir mi?Tabii ki meseleyi bir bilek güreşi haline getirmek doğru değildir. Bu işler iddia ile de olmaz. Ama sağlam gerekçelerle açılmasını savunmak, itiraz edenleri dahi ikna etmek gerekir. Bunu dahi yapamayan ve yapmayanlardan beklentisi olanlara ne denir ki? Daha da kötüsü "Açılmasın, böyle kalsın" kanaatinin mütedeyyin camiada da kök salmasıdır ki böyle çirkin siyasetten Allah muhafaza etsin. Amin. Soru cevapsız mı kaldı? Biz, ihlasla açılmasını istediğimizde Ayasofya cami olarak açılır...