"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ne olacak bu memleketin hali?

01 Temmuz 2012, Pazar
“Ver elini” Aksâ 152’lik top-obüsle dolu üç otobüs, akşam üzeri El Kuds’a varıyoruz. Rehberimiz “komutan sağda” der gibi, “az sonra Mescid-i Aksâ sağda görünecek” deyince, hepimiz toparlanıyoruz. Tekbirler başlıyor. Havalisi ve havlusu mübarek kılınmış mescit (mescidel aksallezi barekna havleh) görünüyor.

Söz bitiyor. Et diller düğümleniyor. Ak diller zikirde. Kalpler secdede.
Kaç peygambere ve ümmetine bağrını açmış olan cömert El Kuds bize de “son nebinin hatırına belki ıslah olurlar” diyerekten, elini ve kalbini, Aksâ’sını veriyor.
Uzaktan selâmımızı verip otele geçiyoruz. Otel Zeytin Dağı’nda. Aksâ’ya biraz “yukardan bakıyor”, ama olsun. Bizden yukarıda da Hazreti İsa’nın (as) rampasının izi var, göğe yükselirkenki ayak izi.

Oda ne, o da ne!
Valizler iniyor. Odalar belli oluyor.
Oda arkadaşımız seksenlik bir hacı. Mustafa Yumurtacı Amca tam bir delikanlı. Gezi boyunca dizleri hiç ağrımadı.
Sarı sarığıyla “şeair”i tatbik ediyor, ama bu kelimeyi bilmiyor. Zaten bilenlerin de çoğu tatbik etmiyor ki... Demek bilmekle yapabilmek farklı.
Cebindeki not defteri İslâm yazısı ile dolu. Başkalarının yazdığı latinî-lâdini harfleri zor okuyor. Onuncu sözdeki “Sen, anlaşılıyor ki, bir parça firengî okumuşsun. Bu İslâm yazılarını okuyamıyorsun, hem de bilenden sormuyorsun” ihtarına tam mâsadak olmuş olan biz “zavallı yabancı”lara nazaran, O hayli “yerli” düşüyor bu şehre.
Üç mescidin ibadet için ziyaretinin sevap olduğunu ve üç şehrin mukaddes olduğunu iyi biliyor. Hacca gitmiş, ikisini halletmiş. Üçüncüsü ancak nasip olmuş. “Ne mutlu … diyene”.
Mustafa Amcaya “Bu son cümledeki boşluğu aşağıdakilerden hangisi ile doldurursanız doğru olur” diye sorsak cevap veremeyecek. Zira Firengî okumamış, o boşlukları dolduramıyor. Cevapları iki şıkka da indirsek fayda yok. Zaten Türklüğünün de, Kürtlüğünün de, hatta Araplığının dahi ona faydası yok.
Mustafa Amcanın “ibadet niyetine seyahat”ine şaşırıyoruz. Eyyub el Ensari’nin İstanbul’un fethine katıldığında seksen yaşından büyük olduğunu ve aslında İstanbul’u değil ahireti fethetmeye çıktığını öğrenip şaşıran acemi Müslümanlar gibiyiz. Kendi halimize üzülüyoruz.

Al kolumu”, ol Kuddüs!
Otelde “açık büfe” yemekten sonra kapalı otobüsler bizi yarı kapalı Aksâ Mescidinin dış kapısına yakın yere taşıyor. İnip yürümeye başlıyoruz. Ama nereden? İsrailli belediyenin Eski Kudüs’e çöp toplama merkezi olarak uygun gördüğü, kirli, kokulu konteynerlerle dolu bir mekândan geçiyoruz.
Çevremiz maddeten kir dolu. Mahzunuz.
Müslüman mezarlığından yürüyoruz. Mezar taşları mahzun. Biz tekrar mahzunuz.
Dış kale kapısından giriyoruz. Mescidi Aksâ ve Kubbetüs Sahra’yı koruyan iç kale kapısına yöneliyoruz.
O da ne?
Eli silâhlı İsrail askerleri, güya gösterici olduğunu varsaydıkları Filistinlileri içeri sokmamak için, güya kimlik kontrolü yapıyorlar. Aslında bir gövde gösterisi. “Buraların hakimi biziz, biz ne dersek o olur” dercesine. Etrafımız manevî kirle sarılı. Biz yine mahzunuz.
Akşam ezanı başlıyor. Yetişememe ihtimalinin telâşıyla koşar adım gidiyoruz. Mesafe uzun zira. Ama o da ne? Ezan uzuyor. Sanki bizim kafile için. Bakıyoruz ki bütün kafileler bizim gibi... Koşar adım. Helveleyle...
Yol uzun, ama ezan da uzun. İlk rekâta rahat rahat yetişiyoruz. Ama mahzunuz.
Fatiha’dan sonra imam mahzun kalbimize cevabı zammıyla veriyor. “Lâ tahzen, innallahe meanâ” diyor. Âyet “Üzülme, korkma, Allah bizimle beraberdir” ile (Tevbe Sûresi, 40) emrediyor.
“Emrin başımız üstüne” diyoruz ve başımızı kaldırıp imana emin yeminimizi tazeliyoruz. Allah’ın sekinetini ve ordusunu bekliyoruz. Hazırlanmaya ahdediyoruz.
Akşam yatsı arası vaktimizi camide değerlendiriyoruz. Kur’ân okuyanlar camide öbek öbek. Zekeriya (as) Mihrabındakilerin arasına karışıyoruz. Kur’ân, kalbini Yasin ile önümüze tek seferde açıyor. Camideki uğultuyla karışık serinliğin belki yüzelliden fazla pervaneden geldiğini “Felekün yesbehun”u okurken fark ediyoruz. “Ve ileyhi turceun” bize kâfi geliyor. 
Yatsıyı da o cemaatle kılıp otele dönüyoruz.

İkinci gün-Cumaya doğru
Cuma namazından önce şehir turu yapıyoruz. Zeytin Dağı’nda Rabiatül Adeviyye’nin kabrinin olduğu camiyi, Hazreti İsa’nın (as) göğe yükselirkenki ayak izinin olduğu türbevari yapıyı, Selman-ı Farisi’nin makamını ziyaret ve ümmet için duâ ediyoruz.
Doğu Kudüs; Eski Kudüs. Yeterince temiz değil. Filistin’in UNESCO’ya üye olması yetmeyecek ve galiba bir İslâm UNESCO’suna ihtiyaç var. “Cehalet ve zaruret” düşmanı pek büyük. Sanat ve marifet silâhı da ancak küllî bir elde olursa tedavi edici olur. “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrenici”lerimizin de, öğretmenlerimizin de işi zor, görevi büyük.
Cuma namazına Aksâ Camii’ne gidiyoruz. Ama 17 yaşından küçüklerin, “gösteri yapmasınlar, taş atmasınlar” diye camiye alınmadıklarını öğrenince üzülüyoruz.
Cumadan sonra eski Kudüs’ü geziyoruz. Kapalı çarşısı, çarşı arası tarihî evleri, camileri, kiliseleri ve havraları ile geçmişin çok kültürlülüğünü ve bu günün hazımsızlığını ve kültürsüzlüğünü iç içe yaşıyoruz.
Yahudilerin göğe kaldırılmadan önce Hazreti İsa’ya (as) eziyet ettiği mağaranın üzerine yapılan muhteşem kiliseyi farklı duygularla geziyoruz. Hazreti Ömer Kudüs’ün anahtarını teslim almaya geldiğinde, namaz vakti girince papazın “burada kılın” teklifine rağmen “yanlış anlaşılır” diyerek namazını burada değil, yakında, bir başka yerde kılmış. O yerde şimdi Hazreti Ömer Camii var. Orayı da görüyoruz.
Ardından, sıkı güvenlik tedbirleriyle donatılmış kapılardan geçerek ağlama duvarına gidiyoruz. Onlar kendi dinlerini ve ibadethanelerini gerektiği gibi muhafaza edemedikleri ve önce Hıristiyanlara ve sonra da Müslümanlara “kaptırdıkları” için hayıflanıyorlar, ağlıyorlar, yeminler ediyorlar.
Biz ise şaşkınız: onların ağlamasına mı güleceğiz, kendi gülmemize mi ağlamamız lazım bilemiyoruz. Neyi muhafaza ettik, neyi etmemeliydik, bunun cevabını bile doğru dürüst bulamıyoruz. Zira kurt gövdenin içine girmiş. Mücadele müşkülleşmiş.

Asırların meşvereti
Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye’de altıncı kelime olarak meşveret ve şûrâyı anlatırken asırların meşveretinden de bahsediyor. Şöyle:
“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. “Ve emruhum şura beynehum” âyet-i kerimesi, (“Onların aralarındaki işleri, istişare iledir.” Şûrâ Sûresi, 38) şûrâyı esas olarak emrediyor.
“Evet, nasıl ki, nev-î beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.”
Biz tarihî Holy Kuds’te tarihe şahit mekânları gezerken asırların meşveretinin bir nümunesini aynelyakin görüyoruz. Bilhassa Mescid-i Aksâ’nın altında kat kat tarih var. Belki üç-dört ayrı devre ait binalar yıkılıp üzerine yenileri yapılmış ve en son İslâm eliyle de bu günkü halini almış. Yahudiler en altındaki katta kendi mukaddes kitaplarının bulunduğu ahit sandığını aramak için köstebeklik yapıyorlar. Öze dönme isteği, asla sadakat gayreti bize de ders veriyor ve vermeli.
Telahuk-u efkârın ve şûrâ-yı hakikiyenin nasıl olması gerektiğini düşünmeye başlıyoruz. Bu da zor, ama imkânsız değil.
Müjde meyvesi bunun için de geçerli: Adına İttihad-ı İslâm diyorlar.

Ne olacak bu memleketin hali?
Bu soruya Türkiye’de muhatap olsanız zihniniz Türkçe düşünür.
Ya Kudüs’te iseniz. Beyniniz hangi dilde düşünür? Türk’çe mi? Arap’ça mı? Acem’ce mi? Nece? Kimce?
Kim gibi düşünürseniz ufkunuz aydınlanır, hidayetiniz gelir sizi bulur?
Bu soruların cevabı net. Milliyetiniz İslâmiyete hadim olmalı. Kale olmalı. Dinin yerine geçmemeli. Dininiz millîleşmemeli.
Oysa bu toprakları karıştıran ve İslâm’ın iktidarını zayıf düşüren fikir milliyetçilik.
Bu hastalık Yahudilerde başlamış. “Biz üstün ırkız, bizim ırktan olmayan biri bizim dine girse bile ancak ikinci sınıf insan olur” demişler.
Bu “üstün ırk” dersini Hitler, Yahudilerden almış ve “asıl siz aşağı ırksınız” dediği Yahudileri sürmüş, zulmetmiş.
Yahudiler, Hitlerin zulmünden aldıkları dersi elde ettikleri topraklarda yeniden uygulamış ve onlar da Müslüman Araplara zulmetmeye girişmiş. Ne mânâlı bir gidişât.
Şayet bizler, Türkiye’den gidenler, “buraları biz kurtarırız, haydi gayret” dersek mesele yok. Ama “Araplar ölmüş, onlardan iş çıkmaz” dersek haksızlık ve milliyetçilik etmiş olmaz mıyız (!) “Zaten onlar Vahhabi, tek Müslüman biziz” dersek dinimizi milliyet haline getirmiş olmaz mıyız. Yahudiden farkımız ne kalır? Kıymetli bir hazinenin muhafazası için ne kadar eller imdada gelseler o kadar memnun ve mesrur olmak gerekmez mi?

Akşam Filistin’e
Akşam zeki ve zevkli mihmandarımız Filistinli ilahiyatçı Mahmut Ensari’nin kaptanlığında Fırıncı Süleyman ile birlikte Ramallah’a gidiyoruz.
Tavsiye ederim, Mahmut’la haberleşin, küçük gruplar kurun, mihmandarlığından siz de faydalanın. Kudüs’ü ve bölgeyi ziyaret edin.
Mahmut birkaç defa Türkiye’ye gelmiş, Türkçesini geliştirmiş. Biraz İbraniceden başka çok iyi İngilizce ve Fransızca da biliyor. Kırmızı kitaplardan da okumuş, dinlemiş. Ülkesinin deccalini tanıyor. Büyük deccali de az çok biliyor. (Mahmut Ensari için iletişim bilgileri: 009 7254 437 1930 [email protected])
Ramallah’a gidişte girilmesi kolay olan bir kapıdan giriyoruz. İsrail askerlerinin kontrolü var, ama çok sıkı değil. Bu kapıdan çıkmak zor imiş.

DEVAM EDECEK
 
PROF. DR. AHMET BATTAL
[email protected]
Okunma Sayısı: 2856
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı