‘Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri ve Protestanlaşan Gençlik Üzerine Bir İnceleme’
Yetersiz din eğitimi ve manevÎ kalkınma hamleleri gençliğin din anlayışını dejenere etmiştir. Özellikle son yıllarda ülkemizde ve Türk diasporası arasında boşananların, intihar edenlerin, depresyon sorunu yaşayanların, uyuşturucu kullananların, suç işleyenlerin sayıları tedirgin edici düzeylerde katlanarak artmaya devam ettiği rakamlarla ortadadır.
İSLÂMLAŞMA ADINA YAPILAN HAMLELER DEİST/ PROTESTAN TOPLUM MEYDANA GETİRİYOR!
Gelenekselleşmiş iddialara göre; içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, eşcinsellik ile boğuşan Batı gençliği/dünyası çürümüş, çöküşün ve yok oluşun eşiğine gelmiştir. Yok oluşun eşiğindeki Batı dünyası çağdaşlaşma, demokrasi, insan hakları, eşitlik ve bilim kılıfını Türk ve İslâm toplumlarına dayatarak Müslümanların ahlâkî ve mane- vî çöküşünü hazırlamaktadır.
Bu kötü gidişata DUR! deme ve büyük bir manevî kalkınmayı başlatma iddiasındaki politikacılarımız memleketi Batı değerleri ve kültürünün etkisinden kurtararak hızla kalkındıracak ve geçmişte olduğu gibi büyük bir dünya gücü haline getirecektir.
Ancak millî/manevî, geleneksel/kültürel değerleri çağcıl bir pozitiflikle güçlendirilmediği gibi aynı paralelde bilimin, aklın, evrensel normların da başat edilmesi sürekli olarak ihmal edilmiştir.
Lâkin başta resmi kurumların verileri olmak üzere mevcut bulgulara göre Türkiye’nin ve genelde İslâm dünyasının manevî kalkınma gerçekleştirmek bir yana İslâmlaşma adına yapılan reform ve devrimler yüzünden büyük bir toplumsal çöküntü/çürüme ve protestanlaşma içine sürüklenmiştir. Batı ülkelerinde yaşayan Türk ve İslâm soylu gençliğin de/nüfusun da uyuşturucu, fuhuş, kumar, kriminal suçlar vb.’lere katılım oranı nüfus yüzdesi baz alınarak incelendiğinde diğer kesimlere göre daha fazla olmuştur.
MEVCUT DİN EĞİTİMİNİN SONUÇLARI
Mevcut /ilkel din eğitimi ve manevî kalkınma hamleleri gençliğin din anlayışını dejenere/dezenforme ve asimile etmiştir. Özellikle son yıllarda ülkemizde ve Türk diasporası arasında boşananların, intihar edenlerin, depresyon sorunu yaşayanların, uyuşturucu kullananların, suç işleyenlerin, içki ve sigara kullananların ve saldırıya uğrayanların sayıları tedirgin edici düzeylerde katlanarak artmaya devam ettiği rakamlarla ortadadır. Toplumun genelinde dayanışma zayıflamıştır. Bireylerin yasa dışı eylemlerde bulunma eğilimi artmıştır. Türkiye manevî diriliş bir yana deist/Protestan yaşam formuyla büyük bir sosyal çöküntü içine sürüklenmiştir.
Araştırmalar Türkiye’de her dört kişiden birinin depresyonda olduğunu, antidepresan ilâç kullanımının 5 kat arttığını, ruh sağlığı hastanelerinin tam kapasite ile dolduğunu, son on beş yılda 45 bin kişinin intihar sonucu yaşamını yitirdiğini ortaya koymaktadır.
Doğrudan ve dolaylı madde bağımlılığına dayalı ölüm oranları sürekli yükselmektedir. Uyuşturucu kullanımı rutin olarak bir önceki yıllara göre sürekli artmaktadır. Uyuşturucu kullanma yaşı 11’e kadar düşmüştür. Uyuşturucu bağlantılı suçlardan cezaevlerinde bulunanların sayısı son 15 yılda 6 kat artmıştır. Uyuşturucu bağımlılarının yarıya yakını işsizdir. Türkiye’nin zaaflarını kaşımak ve ülkeyi bölmek, güçsüzleştirmek dış güçler diye tabir edilen aktörlerin temel görevidir ve uluslar arası rekabetin kuralıdır. Eğitimli millet ve hafızası güçlü bir eğitim sistemi ise bunun en güçlü panzehiridir. Türkiye’nin başta bölgesine olmak üzere tüm çağdaş dünyaya rol model olarak sunacağı en değerli varlığı Batının çoktan tedavülden kaldırdığı kopya ve taklit bir eğitim sistemi değil, özgün, bilimsel, demokratik ve çağcıl bir eğitim sistemi olacaktır.
TÜRKİYE TEKRARI OLMAYAN BİR SAVAŞTA!
Başat küresel güçler bütün dünyada toplumları ve özellikle gençliği protestanlaştırma/sekülerleştirme/dünyevileştirme gayesiyle yani yeni dünya düzenine uygun bir dünya mühendisliği için dinleri kullanarak/dindarlaştırma kılıfı altında başta eğitim ve kültür politikaları olmak üzere sosyal, siyasal, ekonomik tüm siyasaları dönüştürme çabası içine girmişlerdir. Bu toplum mühendisliği projesinde önceden hiç bu kadar tansiyon çıkmamıştı. Çok boyutlu baskı/destek ve gölgeleme diplomasisi her yerde, her ülkede, her kanalda. Türkiye’de, Yunanistan’da, İran’da, Suudi Arabistan’da, Afrika’da... Yeni Dünya Düzenini kurmak/kurdurmamak adına herkes herkesle savaş içinde. Yenidünyanın yönetişimi için atılan adımlar çok zorlu ve sancılı.
Kavga ortada. Etrafımız ateş çemberi. Ve biz de bu kavganın içindeyiz. Tekrarı olmayan maçtayız. Liyakat ve basiretle yaklaşmak, akılla davranmak zorundayız. Sen-ben yok, BİZ varız, demeliyiz. İktidarı ve muhalefetiyle bakmalı, yekvücut haykırmalıyız.
EĞİTİMDE EVRENSEL VE MİLLÎ BİR VİZYONEL BAKIŞ AÇISI YAKALAMALIYIZ!
Son yıllarda kadınlara yönelik şiddet yüzde 1.400 oranında artmıştır. Kadınlar hemen her gün namus, töre gibi sebeplerle yakınları tarafından öldürülmektedir. Bu tür şiddete en çok maruz kalanlar eğitim ve gelir düzeyi düşük olan kadınlardır.
Türkiye’deki çatışmacı ortam siyasî şiddeti, aile içi şiddeti, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti, holigan şiddetini, hastane, okul ve trafikteki şiddeti her geçen gün tırmandırmaktadır. Evde, iş yerinde, trafikte, sokakta, saldırı, dövme, öldürme vak’aları gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Son dönemde Türkiye’de en çok işlenen suçların kapkaç, hırsızlık, dolandırıcılık ve yaralama olduğu görülmektedir. Şantaj, yaralama, cinsel taciz ve gasp gibi suçları işleyenlerin oranı kat kat artmıştır. Çocuk ceza infaz kurumu ve eğitim evine girenlerin sayısı üç kat artmış, en yüksek oranda suç işleyen iki kesimin ilkokul mezunu gençler olduğu görülmüştür.
Resmî verilere göre cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunanların sayısı 2002 yılında 59.429 iken, 2015’te (15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde) 177.262’ye ulaşmış, yüzde 200 oranında artmıştır. Adalet kurumuna ve kolluk kuvvetlerine güvenleri sarsılan bireyler kendi intikamlarını kendileri alma yoluna gitmektedir.
Özetle Türkiye önümüzdeki süreçte ivedilikle bu sorunlarına dikkatle yaklaşarak eğitim alanında evrensel değerler sistemine ve kendi özgünlüğüne dayanan vizyonel bir bakışı geliştirmek zorundadır. Aksi halde asimile olmuş bir toplum ve dönüştürülmüş İslâmî değerleri yaşayan bir üst bağımlılışma süreci ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin özündeki kültür ve medeniyeti, batısındaki rasyonel geleneği ve ekonomik üretkenliği ve proaktif barış ve adalet arayışını birlikte içselleştirerek tarih sahnesine taşıma kabiliyetini eğitimle başarabilir. Demokrasi, insan hakları, kadın ve çocuk hakları, çevre gibi jenerik tüm başlıklarda gelişmiş standartları yukarıya taşıyan bir Türkiye eğitimle ortaya çıkacaktır. Türkiye’de eşitlikçi, adaletli ve demokratik bir hayat alanı inşasında temel referans güçlü ve çağdaş bir eğitim sistemi olacaktır.
EĞİTİM YÖNETİMİNDE UZMANLIK, EHLİYET VE LİYAKAT TEMEL İLKEMİZ OLMALIDIR!
Eğitim rejimimizin temeli uzmanlık, ehliyet ve liyakat olmalıdır. Halkçı, nitelikli, bilimsel, tarafsız, ehil, dürüst, etkin ve eşitlikçi, adil, çağdaş, inovatif ve verimli bir eğitim sistemi oluşturamamamızın en önemli ayaklarından birisi de işte uzmanlık ve liyakatin değil sadâkate ve yandaşlığa dayalı patronaj sisteminin eğitimdeki gücünü kıramamamızdır.
Eğitimde patronaj sisteminin sonucudur ki önü alınması imkânsız bir şekilde ülkenin her tarafında ve her eğitim birim ve kurumunda kadro ve terfi konularında yetenek ve liyakatin göz ardı edilmesinin önü kesilememiştir. Eğitim bürokrasisini sarmalayıp kuşatan patronajcı kayırmacılık ve kollamacılık eğitimi içten içe kemirmekte ve çürütmektedir.
Eğitim yönetiminin partizanlaşmasına asla müsaade verilmemelidir. Yetenekli, uzmanlık sahibi ve göreve layık kimselerin partili olmasına bakılmaksızın değerlendirildiği bir Türk Eğitim sistemi inşasına mecburiyet ve mahkûmiyetimiz bulunmaktadır.
Eğitim sisteminin partileşmesi, siyasallaşması eğitimde var olan uzmanlık, birikim ve deneyimden öğrencilerin yararlanmasını engellemek demektir.
EĞİTİM YÖNETİMİNDE AŞIRI MERKEZÎLEŞMEYİ KIRMALIYIZ!
Aksi takdirde eğitimin verimliliği, hizmet kalitesi ve sorun çözme kapasitesi her geçen gün zayıflayarak, eğitim bileşenleri arasındaki karşılıklı güveni, iş birliğini ve risk alma kapasitesini azaltır. Eğitim camiasında örgüt kültürü, bir kurumsal kültür oluşturularak sağlanabilir. Örgüt kültürünün gelişmemesi eğitim yönetiminin aşırı merkezileşmesine de yol açar. Bu da eğitim camiasının özgüven kaybına neden olur.
Bu durumda eğitim yöneticileri, okul idarecileri dâhil, rutin işlerini yürütürken dahi merkezin vereceği olası tepkileri hesaplamak zorunda kalır. Eğitimde merkeziyetçi sistem, eğitim yöneticilerini sadâkat gösterisine, göze girme ve başkalarını gözden düşürme yarışına sürüklenir.
Eğitimcilerin çalışma arzusu zayıflarken, sorumluluk almaktan kaçınma eğilimi öne çıkar. Her konunun yukarıdan belirlenmesi ve merkezi denetimin yarattığı korku atmosferi inisiyatifi, girişimi ve yaratıcılığı boğarak zamanla öldürür.
Sürekli yukarıyı kollama, yanlış yapma veya cezalandırılma korkusu eğitimcilerin risk taşıyan işlerden geri durmalarına neden olur. Yapılacak işleri ertelemelerine ve sorumluluğu başkalarına yıkacak yöntemler aramalarına yol açar. Sonuçta merkezileşme sorunlara yönelik çözümcü iş yapma ve önemli sorunlara çözüm üretme kapasitesini sürekli düşürür.
EĞİTİMİ YÖNETEN ÜLKEYİ DE YÖNETİR!
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde yönetimin kalitesi büyük ölçüde eğitim bürokrasisinin kalitesi ile ölçülmektedir. Eğitim yöneticilerinin kalitesi ise kadrolarda yetenek ve uzmanlığa, yani liyakate göre değerlendirilir. Oysa Türk eğitim sisteminde kişiselleşme, merkezileşme, partizanlık, liyakatin kaybolması ve örgüt kültürünün tahribatı yüzünden eğitim kurumlarının çalışma ve hizmet kalitesi sürekli düşmekte ve hizmetlerin maliyeti yükselmektedir.
Genetiğiyle ve kökleriyle oynanmış Türk eğitim sistemi sayesinde vatandaşlar çağdaş ve etkin devletin ne olduğunu ve neler yapması gerektiğini anlamaktan dahi uzak, sığ bir anlayış ve arayış içinde bocalamaktadır. Toplumdaki bölünmeleri ve ayrışmaları yumuşatan bir devlet tarafgirliğinin (ki buna çokça ihtiyacımız vardır) inşası için de eğitim ilk başvurulacak sistemdir. Bu itibarla eğitim sistemi siyasî ve toplumsal bütünleşmeyi ve meşruiyeti sağlayan unsurların başında gelmektedir. Eğitim sistemi eşitlikçi, adil ve nitelikli değilse toplumsal istikrar, kalkınma ve refah artışı da sağlanamaz. Hukuk devleti ve demokrasiyi yaşatmak mümkün olmaz.
-DEVAM EDECEK-