"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İlim öğrenme arzusu duyuyordum

31 Temmuz 2018, Salı 02:10
Dünya işleri yolunda sayılırdı. Ama ben tatminsizlik Yaşıyordum. Manevî açlığımı doyurmam gerekiyordu. Ruhumda, ibadet ihtiyacı hissediyordum. İlim öğrenme arzusu duyuyordum. Dinî hakikatlerin yayılmasını, böyle bir mesai sarf etmeyi şiddetle arzu ediyordum.

Birinci Bölüm: Sözlerimin arkasındayım

Mehmet Kutlular'ın Dilinden Hizmet Hatıraları - 2

BİRİNCİ BÖLÜM

ÇOCUKLUĞUM VE GENÇLİĞİM

1938’de Balıkesir’in  kazası Gönen’de, Tırnava  Mahallesi, Kuyu Sokaktaki 32 numaralı evde doğmuşum. Baba ve anne tarafım doksan üç muhaciri olarak, Balkanlardan, Bulgaristan’ın Eskicuma’sından gelmişler. Baba dedem, Çanakkale’nin Biga ilçesinin Balıklıçeşme nahiyesine  yerleştirilmiş; anne tarafım ise Gönen’e.

 Fakat baba dedem bir müddet sonra Gönen’e göçmek zorunda kalmış. Hali vakti yerinde olan dedem, o şartlarda türeyen çeteler tarafından tehdit ediliyormuş.  Bu yüzden Gönen’e göçmüşler. Millî Mücadele bitene kadar orada kalmışlar. Sonra asayiş sağlanınca, tekrar toprakları ve evlerinin bulunduğu yer olan Balıklıçeşme’ye dönmüşler.

Babam ise, hafız olduğundan Gönen’de imamlık görevi almış. Bu yüzden, dedemlerin geri dönüş kararına o uymamış ve Gönen’de kalmış. Baba tarafından akrabalarımdan uzak büyüdüm. Nadir bir ziyaret olarak şunu hatırlıyorum:

Altı yaşımda iken, annem ve bir akraba ile babamın ailesini ziyarete gitmeye karar verilmişti. Çift atlı araba ile Tahirova, deniz yolu ile Biga ve yine atlı araba ile Balıklıçeşme’ye geçtik.

EVLAD-I FATİHAN

Denizi ilk defa o zaman görmüştüm: Uçsuz bucaksız bir su... Dalgaları balık sanmıştım. Gönen Çayında balıklar atlayınca su parıldıyordu. Bu yüzden dalgaları, balık zıplaması sanmıştım. Arabacı, dalga olduklarını anlatınca, deniz ve dalga hakkında kanaat sahibi olmuştum. İmkânsızlıklar işte bu seviyede idi. Gerçi, şimdi bile denizi görmeyen nice çocuk vardır; ama TV ve diğer iletişim imkânları, benzeri yoksunlukları, artık daha alt seviyeye indirmiş durumda.

Bu ziyaret onlarla ilk  bir araya gelişim idi. Üç-beş gün kadar sürdü. Zaten, dedem vefat etmişti. Üç amcam, iki  halam ve bir de dedemin ikinci eşi olan ninem vardı. Onları ziyaret etmiş olduk.

Ailemin geçmişi ile ilgili ve Balkanlarda yaşanan hayat hakkında fazla bir bilgiye sahip olamadım. Onlarla, geçmişimiz ile ilgili herhangi bir konuşma veya bir hatırayı bu yüzden nakledemiyorum. Göçten öncesini aktarabilecek bilgi ve görgüye sahip değilim. Çünkü annem Türkiye’de doğduğu ve babam da oralardan küçük yaşta geldiği için, hicret ettikleri yerler hakkında bir şey bilmiyorlardı. Büyüklerimden de sadece anneannemi gördüm. Bir de okuma yazma da yoktu ki, bir şeyler yazıp çizmiş olsunlar. Zaman zaman, köklerimin oralardan gelmesi dolayısıyla Evlâd-ı Fatihan’dan olduğumu hissetmem söz konusu olsa da, bunun nasıl bir şey olduğu konusunda  bir fikir sahibi olamadım.

Yalnız babam din adamı idi. Hafızdı. Biliyorsunuz cumhuriyet kurulduktan sonra devletin tutumu, dine ve dindara karşı çok sert olmuştu. Haliyle, Allah’ın kelâmını yüceltme ülküsü olarak Evlâd-ı Fatihan kavramının içini cihad ve mücadele gibi unsurlarla dolduracak olursak, babamın konuşma ve sohbetlerinin muhtevasını  bu unsurların oluşturduğunu söylemem mümkündür. Özellikle güvendiği  arkadaşları ile bir araya geldiklerinde bunları konuşurlardı. Dolayısıyla böyle bir ülkünün zihnimde yer etmesine sebep teşkil eden, önde gelen unsurlardan biri bu sohbetlerdi diyebilirim.(...)

AİLEM DEMOKRATTI

Ailem hakkında aktarabileceklerime, anne ve babamın 1945 çok partili dönemi ile birlikte çok sağlam birer demokrat olduklarını eklemeliyim. Çünkü o dönemde Türkiye’de öyle bir hava estirildi ki, Halk Partisi karşısında olmak dindarlık olarak algılandı. Yani, büyük ölçüde, özellikle halk kesiminden dindarlar Demokrat Partiyi desteklemek durumunda idi.

Babam Bilal Kutlular (ortada) ve hafız arkadaşları.

Çünkü Halk Partisi dini ve din ile ilgili her şeyi karşısına almıştı. Âdeta düşman hatları gibi ayrılmıştı demokratlık ve halkçılık. Büyük ölçüde dindarlar demokrat saflarda; dine karşı olanlar da halkçıların safında yer almıştı.

İki saf arasında şiddetli münakaşalar oluyordu. Biz de o zaman o halet-i ruhiye ile hareket ediyorduk.

MANEVÎ AÇLIK YAŞIYORDUM

(...) dünya işleri yolunda sayılırdı. Ama ben tatminsizlik yaşıyordum.  Manevî açlığımı doyurmam gerekiyordu.

Ruhumda, ibadet ihtiyacı hissediyordum. İlim öğrenme arzusu duyuyordum. Dinî hakikatlerin yayılmasını, böyle bir mesai  sarf etmeyi şiddetle arzu ediyordum. Hatta zaman zaman, “Şu şeylerden bıktım, bir kurtulsam!” diye, yaşadığım hayatı yetersiz, tatminsiz bulduğumu kendi kendime itiraf ederdim. Allah’tan, okumayı çok seviyordum. Bu boşluğu, biraz da olsa okuma ile doldurmaya çalışıyordum.

Sahafları hiç ihmal etmezdim. Yeni çıkan kitapları takip ederdim. Yeni yazı ile basılmış milliyetçilikle, tasavvufla ilgili ne olursa satın alır, okurdum. Okumaya zaman ayırabiliyordum:  Yemekten sonra, yatıncaya kadar okurdum. Üstelik geç yatardım. Gece yarısından önce, birden önce yattığım pek vaki  olmazdı.

Tabiî bu arada, yaşadığım  “iç  mücadele” daha da şiddetlenmeye başlamıştı. Çünkü okudukça öğreniyorsunuz; öğrenince uygulama gereği ortaya çıkıyor. Ya düşündüğünüz gibi yaşarsınız, ya da yaşadığınız gibi düşünmeye başlarsınız. Yaşadığım hayat tarzından, zaten memnun değildim. Bu yüzden okuyor, öğrenmeye çalışıyordum.

ONLARA YARDIMCI OLABİLİR MİYİM?

Kendi kendinizle hesaplaşmayı, diyelim ki kısmen başarıyorsunuz, fakat bu defa çevre faktörü devreye giriyor. Arkadaş çevremde bulunan herkes beni onaylıyor değildi. Bir de mücadelenin bu boyutu ortaya çıkıyordu. Onlar işi olumsuz tarafa çekiyorlar, ben onlara kapılmamaya gayret gösterdiğim gibi, onları yanıma çekmeye çalışıyordum. Bu mücadele böyle devam edip giderken, zaman zaman arkadaş gruplarında değişmeler kaçınılmaz oluyordu. Yani bir kısım arkadaşlar, gayrimeşru yaşayış peşinde olanlarla birlikte hareket ediyor, bir kısmı da benimle birlikte oluyordu. İnsanların gayrimeşru hayatı beni çok rahatsız ediyordu.  “Onlara yardımcı olabilir miyim, kurtulmalarına vesile olabilir miyim?” diye düşünüyordum. Düşünce dünyamın ana eksenini bu fikirler oluşturuyordu.

FOTOĞRAFLAR: YENİ ASYA - ARŞİV

Yarın: NURLARI NASIL TANIDIM?

Okunma Sayısı: 4174
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı